BURSA BAROSU BAŞKANLIĞI VE
DİĞERLERİ
TÜRKİYE’YE KARŞI
DAVASI
(Başvuru no
25680/05)
KARAR
STRASBOURG
19 Haziran 2018
Bu karar, Sözleşme’nin l’article 44
§ 2 maddesinde belirtilmiş olan şartların gerçekleşmesi halinde
kesinleşecektir. Şekli düzeltmelere konu olabilir.
Bursa Barosu
Başkanlığı ve diğerleri Türkiye’ye karşı davasında,
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (ikinci daire), aşağıdaki üyelerden oluşmaktadır :
başkan,
Robert Spano,
hakimler,Paul Lemmens,
Ledi Bianku,
Işıl Karakaş,
Valeriu Griţco,
Jon Fridrik Kjølbro,
Stéphanie Mourou-Vikström,
ve Stanley Naismith, daire katibi,
hakimler,Paul Lemmens,
Ledi Bianku,
Işıl Karakaş,
Valeriu Griţco,
Jon Fridrik Kjølbro,
Stéphanie Mourou-Vikström,
ve Stanley Naismith, daire katibi,
22 Mayıs 2018’de mahkeme
salonunda görüştükten sonra
Aynı tarihte kabul
edilen işbu kararı vermiştir :
PROSEDÜR
1. Davanın esasında Bursa Barosu Başkanlığı («Bursa Barosu »),
Doğayı ve Çevreyi Koruma Derneği ve isimleri 5. paragrafta belirtilmiş olan
diğer 21 Türk vatandaşı başvuran (« başvuranlar ») tarafından Türkiye’ye
karşı yöneltilen başvuru (no 25680/05) bulunmaktadır. Başvuranlar 1
Temmuz 2005 tarihinde İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin
Avrupa Sözleşmesinin («Sözleşme ») 34. maddesi uyarınca Mahkemeye
başvurmuşlardır
2. Başvuranlar, Mahkeme önünde,
Bursa Barosu Avukatları C. Özcan, A. Arabacı, Ş.C. Taşkın et N. Bener
tarafından temsil edilmişlerdir. Türk hükümeti (« Hükümet ») kendi
temsilcisi tarafından temsil edilmiştir.
3. Başvuranlar, Orhangazi’deki bir
nişasta fabrikasının inşasına ve işletilmesine izin veren idari işlemleri iptal
eden nihai ve bağlayıcı mahkeme kararının uzun süre boyunca uygulanmamasından
şikayetçi olmuşlardır. Ayrıca, bu fabrikanın inşasının ve işletilmesinin yaşama
haklarına olduğu kadar özel ve aile hayatına saygı haklarına karşı bir ihlal
teşkil ettiğini iddia etmişlerdir. Sözleşme'nin 2., 6., 8. ve 13. maddelerinin
ihlal edildiğinden şikayetçi olmuşlardır.
4. Başvuru, 22 Mart 2010
tarihinde Hükümete tebliğ edilmiştir.
OLGULAR
I. DAVANIN
KOŞULLARI
5. Başvuranlar, MM. Ali Arabacı
(1950 doğumlu), Ali Rahmi Beyreli (1960 doğumlu), Nadir Erol (1950 doğumlu),
Levent Gençelli (1950 doğumlu), Mustafa Özçelik (1951 doğumlu) ve Yahya Şimşek
(1947 doğumlu), Fethiye Altıntaş (1959 doğumlu), Eralp Atabek (1968
doğumlu), Nalan Bener (1967 doğumlu), Burak Giray (1972 doğumlu), Kadriye Gökçadır
(1963), İsmail İşyapan (1951), Lütfü Kirayoǧlu (1952 doğumlu), Mustafa Nezih
Sütçü (1966 doğumlu) ve Şaban Cankat Taşkın (1980 doğumlu), Öznur Çelik
(1967 doğumlu), Niyazi Sinan Doğan (1977 doğumlu) ve Erol Çiçek (1963 doğumlu),
Zeliha Şenay Özeray (1953 doğumlu), ve Cumhur Özcan (1947 doğumlu) ve Okan
Dursun (1970 doğumlu) Bursa’da ikamet etmektedirler ve Türk vatandaşıdırlar.
Bursa Barosu, « kamu
kurumu niteliğinde meslek kuruluşu » statüsünü haiz bir meslek
kuruluşudur.
Doğayı ve Çevreyi
Koruma Derneği, Bursa merkezli bir dernektir.
A.
Orhangazi’de bir nişasta fabrikasının inşa edilmesi
6. 9 Aralık 1997’de Başbakanlık
Yüksek Planlama Kurulu, Amerikan şirketi Cargill’e (« Cargill
şirketi »), Bursa’da (« bölge ») bir tarım arazisi üzerinde bir
nişasta fabrikasının inşaası (« fabrika ») için yatırım izni vermiştir
(« 9 Aralık 1997 tarihli yatırım izni »)
7. 30 Nisan 1998’de, Bursa Valiliği
İl İdare Kurulu, bölgede fabrikanın inşaasına izin vermek için 1/1000 ölçekli
imar planında değişiklik yapmıştır. (« 1/1000’lik plan »)
8. 17 Haziran 1998’de, Bursa
Valiliği, Cargill şirketine yeni imar planına dayanarak inşaat izni vermiştir
(« 1’inci inşaat izni »)
9. Buna paralel olarak 14
Ağustos 1998’de, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, bölgede fabrikanın inşaasına
izin vermek için 1/25000 ölçekli imar planını (« 1/25000’lik plan »)
tadil etmiştir.
10. Bir yandan 1/25000’lik plan,
(bkz aşağıda B.1 başlığı), diğer yandan, 9 Aralık 1997 tarihli yatırım izni,
1/1000’lik plan ve 1’inci inşaat izni (bkz aşağıda B.2 başlığı), idare
mahkemeleri önünde iki iptal davasına konu olmuştur.
11. Ayrıca, yukarıda belirtilen
iki dava, yerel mahkemeler nezdinde devam etmekte iken Bursa Valiliği İl İdare
Kurulu, 28 Aralık 1999’da, fabrikanın inşaasına izin vermek için yeni bir
1/1000’lik plan kabul etmiştir (« 2’nci 1/1000’lik plan »). Bursa
Valiliği bu yeni plana dayanarak 25 Aralık 2000 tarihinde, Cargill şirketine
yeni bir inşaat izni vermiştir (« 2’nci inşaat izni »). Bu işlemler
de idare mahkemeleri önünde dava konusu olmuştur (bkz aşağıda C başlığı).
12. Aynı şekilde, 5 Mayıs
2005’te, Bakanlar Kurulu, söz konusu bölgeyi, Özel Sanayi Bölgesi olarak tavsif
etme kararı almıştır. Bu karar da idare mahkemeleri önünde ayrı bir davanın
konusu olmuştur (bkz aşağıda F.1 başlığı).
13. Dosyadan anlaşıldığına göre
fabrika 1998-2000 yılları arasında inşa edilmiş ve 2000 yılından itibaren
üretime başlamıştır. Günümüzde hala faaldir.
B. İdare
mahkemeleri önündeki davaların ilk aşaması
1. 1/25000’lik
imar planının tadili ve ilgili yargı prosedürü
14. 14 Ağustos 1998’de, Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı, bölgede fabrikanın inşaatına izin vermek için 1/25000’lik
imar planını tadil etmiştir.
15. Bilinmeyen bir tarihte,
başvuranlardan Bursa Barosu ve Ali Rahmi Beyreli, Yahya Şimşek, Mustafa Özçelik,
Levent Gençelli ve Nadir Erol ile başka gerçek ve tüzel kişiler, 1/25000’lik
planın iptali için Danıştay’a başvurmuşlardır.
16. Danıştay’a başvurunun ardından üç
uzman teknik bilirkişi, 14 Temmuz 1999’da sahada keşif yapmışlardır. 21 Aralık
1999’da iki rapor tanzim etmişlerdir. Bu raporlarda, fabrikanın bölgedeki yer
altı sularına etkisinin değerlendirilmesi için daha ileri analizlerin
yapılmasının zorunlu olduğuna ve imar planının ana ilkeleriyle tutarsız
işlevsel bir değişiklik getiren plan tadilinin, kamu yararına ve şehir ve bölge
planlama mevzuatına aykırılık teşkil ettiği sonucuna varmışlardır.
17. Danıştay 2 Kasım 1999’da yeni
bir bilirkişi raporu istemiştir.
18. Uzman bilirkişiler, 30 Kasım
1999 tarihli yeni raporlarında, fabrika inşasının ana imar planlarına aykırı
olduğu ve yer altı sularını kirletme riski arz ettiği sonucuna varmışlardır.
19. Danıştay, 11 Ocak 2000
tarihinde, planın tadilinin 1/100000'lik Bursa 2020 planına ve plan ilkeleri
ile plan notlarına uygun olup olmadığını belirlemek için yeni bir bilirkişi
raporu hazırlatmıştır.
20. Bilirkişiler 23 Şubat 2000
tarihinde, Danıştay’a yeni raporlarını sunmuşlardır. Raporda 1/25000’lik
plandaki tadilin 1/100000’lik Bursa 2020 planına uygun olmadığı, 1/100000’lik
planda söz konusu arazilerin tarım arazisi ve korunacak su havzaları arasında
yer aldıkları sonucuna varmışlardır.
21. Danıştay, 10 Nisan 2000
tarihinde, söz konusu idari işlemin yürütmesini durduran geçici bir ihtiyati
tedbir kararı vermiştir.
22. Danıştay (6. Dairesi), 7
Kasım 2000 tarihinde, Bursa Barosu ve diğer meslek kuruluşlarının ehliyeti
olmaması (locus standi) sebebiyle
başvurunun kabul edilemez olduğunu belirttikten sonra davayı reddetmiştir. Danıştay,
1/25000’lik planın, yüksek teknoloji kullanın bir nişasta fabrikasının
inşaasına müsaade eden 1/100000’lik Bursa 2020 planına aykırı olmadığına;
ihtilaf konusu parsellerde zaten domates konsantresi ve yem fabrikalarının
faaliyetine halihazırda ruhsat verilmiş olduğuna; 21 Eylül 1999 tarihli bilirkişi
raporunda, bilhassa su filtre ünitesi sayesinde fabrikanın İznik Gölü’ne ve onu
besleyen su kaynaklarına, yer altı suları ve çevreye elverişsizlik
yaratmadığına; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca onaylanmış jeolojik etüt
raporuna göre, fabrikanın jeolojik bir risk arz etmediğine ve fabrika inşaat
sahasının Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği kapsamına girmemesi
dolayısıyla bölgede bir çevresel etki değerlendirmesi yapılmasının gerekli
olmadığına hükmetmiştir.
23. Danıştay
İdari Dava Daireleri Genel Kurulu 14 Eylül 2001
tarihinde, Danıştay 6. Dairesi’nin kararının Bursa Barosu’nun ve diğer meslek
örgütlerinin ehliyeti olmadığına (locus
standi) ilişkin kısmını onamıştır, esasa ilişkin kısmını ise bozmuştur. Zirai
tabiatının muhafaza edilmesi gereken bir tarım arazisi üzerinde tarım
endüstrisi amacıyla nişasta fabrikası inşa edilmesine izin veren 1/25000’lik
plan tadilinin, 1/100000’lik plana ve, ve bu
planın uygulama notları ile şehir ve
bölge planlamacılığı ilkelerine aykırı olduğunu belirtmiştir.
24. 31 Mayıs 2002 tarihinde
Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu, 14 Eylül 2001 tarihli kararının
düzeltilmesine ilişkin temyiz başvurusunu reddetmiştir.
25. Danıştay 6. Dairesi, 26 Kasım
2002 tarihinde, 14 Eylül 2001 tarihli karara uyarak, 1/25000’lik plandaki
tadilatı, bunun 1/100000’lik plana, bu planın ana
kararlarına (grandes decisions), ve şehir
ve bölge planlamacılığı ilkelerine aykırı olduğunu göz önünde bulundurarak iptal
etmiştir.
26. 11 Mart 2004 tarihinde, Danıştay
İdari Dava Daireleri Genel Kurulu bu kararı onamıştır
27. 22 Aralık 2005 tarihinde,
Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu, 11 Mart 2004 tarihli kararının
düzeltilmesine ilişkin temyiz başvurusunu reddetmiştir. 1/25000’lik planın
tadilinin iptaline ilişkin 26 Kasım 2002 tarihli karar böylece kesinleşmiştir.
2. 9
Aralık 1997 tarihli yatırım izninin, 2’nci 1/1000’lik planın ve inşaat izninin
iptali
28. Belirtilmeyen bir tarihte,
başvuranlardan Bursa Barosu, Ali Rahmi Beyreli, Mustafa Özçelik, Levent
Gençelli ve Nadir Erol ile diğer gerçek ve tüzel kişiler, 9 Aralık 1997 tarihli
yatırım izninin iptali, 1/1000’lik imar planının ve Cargill şirketine verilmiş
olan 17 Haziran 1998 tarihli 1’inci inşaat izninin (« dava konusu işlemler »)
iptali için Bursa İdare Mahkemesi’ne (« idare mahkemesi »)
başvurmuşlardır. Fabrikanın tarımsal bir tesis olmadığını, bilakis tarımsal
ürünleri kullanan bir kimya sanayi tesisi olduğunu iddia etmişlerdir. Ayrıca, bu
tesisin ekolojik etkilerinin tetkik edilmemesi halinde, projenin çevrenin
korunmasına ilişkin mevzuatı ihlal edeceğini savunmuşlardır. Nihayet,
Mahkemenin dikkatini, projenin yeraltı su rezervleri ve söz konusu bölgenin
habitatı üzerindeki etkisi üzerine çekebilmişlerdir.
29. 12 Aralık 1999’da idare
mahkemesi, dava konusu işlemlerin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir.
30. İdare mahkemesi 27 Haziran
2000 tarihinde dava konusu işlemleri iptal etmiştir. Buna gerekçe olarak,
öncelikle Danıştay’ın 10 Nisan 2000 tarihinde 1/25000’lik planın yürütmesini
durdurmuş olması (yukarıda paragraf 21) dolayısıyla söz konusu planın
şehirçilik ilkelerine aykırı olduğunu mülahaza etmiştir. Bundan başka, dosyaya
sunulmuş olan bir bilirkişi raporunu göz önüne alarak, şehir ve bölge planlama
ilkelerine ve kamu yararına aykırılık arz etmesi sebebiyle, inşaat izninin
artık hiçbir yasal dayanağı olmadığına kanaat getirmiştir,
31. Danıştay, 5 Eylül 2001 tarihinde
idare mahkemesinin kararının yürütmesini durdurmuştur.
32. Danıştay, 20 Mart 2003’te idare
mahkemesinin kararını, Bursa Barosu gibi bazı başvuranların dava ehliyeti
olmaması hususunu göz önüne almadığı için bozmuştur. Faaliyet alanları söz
konusu ihtilafın konusuyla ilişkili olmayan meslek odalarının idari
uyuşmazlıkta dava ehliyetleri olmadığını belirtmiştir.
33. İdare mahkemesi 8 Kasım 2004
tarihinde başvuruyu, Bursa Barosu dahil olmak üzere temyiz edenlerin bazılarına
ilişkin olarak, dava ehliyeti bulunmaması sebebiyle reddetmiştir. Öte yandan,
dava konusu işlemleri iptal etmiştir.
34. Danıştay, 27 Kasım 2006 tarihinde, kendisinin 20 mart 2003
tarihli kararından dönmüş ve İdare Mahkemesinin, Bursa Barosu’nun taraf
ehliyeti olmadığı gerekçesiyle başvurusunun reddine ilişkin kararını bozmuştur.
Şehircilik ve çevrenin korunması gibi, kamu hukukuna ilişkin bazı alanlarda
dava açma yetkisi mefhumunun geniş bir şekilde yorumlanması gerektiğini, ve toplumun
mensubu (résident du commune) olmanın, imar planlarının hukuki denetimini talep
etmeye yetkili olmak için yeterli olduğunu belirtmiştir. Danıştay aynı zamanda,
ilk derece mahkemesinin kararını dava konusu işlemlerin iptali bakımından
onamıştır.
35. Danıştay, 29 Aralık 2008
tarihinde bu karara karşı yapılan karar düzeltme başvurusunu reddetmiştir. Dava
konusu işlemlerin iptaline ilişkin 8 Ekim 2004 tarihli mahkeme kararı, böylece
kesinleşmiştir.
36. Ayrıca, idare mahkemesi 20
Şubat 2009 tarihinde Danıştay’ın, Bursa Barosu’nun dava ehliyetine ilişkin
kararına uymuş ve buna dayanarak dava konusu işlemleri iptal etmiştir.
37. Danıştay, 5 Aralık 2011
tarihinde, 20 Şubat 2009 tarihli kararı onamıştır. 14 Şubat 2013 tarihinde,
karar düzeltme başvurusunu reddetmiştir.
C. İdari
Mahkemelerde Yargılamanın İkinci Aşaması
38. 28 Aralık 1999 tarihinde
2’nci 1/1000’lik planın tadil edilmesi ve yeni bir inşaat izni verilmesi
üzerine, başvuranlardan Bursa Barosu, Ali Arabacı ve Levent Gençelli yanısıra
bazı diğer tüzel kişiler, Bursa idare mahkemesi kararının iptali için dava
konusu işlemlerin yürütmesinin durdurulması talebini de içeren bir iptal davası
açmışlardır. Başvuranlara göre bu dava, söz konusu işlemlerin Bursa Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun ön onayını almadan yapılması ve projede kamu
yararının veya toplum menfaatinin bulunmaması nedeniyle imar planlarında üst planla
bağlılık ilkesini ihlal eden bir çok hukuka aykırılık gerekçesine dayanmaktadır.
Aynı zamanda söz konusu işlemlerin çevrenin korunmasına ilişkin mevzuatı ihlal
ettiğini ve fabrikanın inşaasına ilişkin daha önceki yargı kararlarını etkisiz
hale getirmeye yönelik olduklarını iddia etmekteydiler.
39. Bursa İdare Mahkemesi, 1 Ağustos 2000
tarihinde, dava konusu işlemlerin yürütmesini durduran bir ihtiyati tedbir
kararı almıştır.
40. Bursa İdare Mahkemesi, 29 Kasım
2000 tarihinde, 27 haziran 2000 tarihli kararının gerekçelerine ve Danıştay’ın
1/25000’lik planın tadilinin yürütmesini durduran 10 Nisan 2000 tarihli
kararına atıf yaparak dava konusu işlemleri iptal etmiştir. Ayrıca, idare
tarafından, İdare Mahkemesinin iptal kararlarına uygun işlemlerin tesis
edilmesinin, hukukun üstünlüğü ilkesinden kaynaklanan bir gereklilik olduğunu
belirtmiştir.
41. İdare tarafından 4 Nisan 2001 tarihinde
yapılan başvuru üzerine, Danıştay 29 Kasım 2000 tarihinde bu kararın
yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir.
42. Danıştay 24 Mart 2003 tarihinde, 29
Kasım 2000 tarihli kararı –davanın esasına girmeden – idare mahkemesinin, Bursa
Barosu gibi bazı başvuranların, dava ehliyetini incelemediği gerekçesiyle
bozmuştur.
43. Danıştay kararına uyan idare
mahkemesi, 8 Kasım 2004 tarihinde Bursa Barosu’nun ve başvuran diğer meslek
kuruluşlarının başvurusunu ehliyet yokluğu nedeniyle reddetmiştir ve dava
konusu işlemleri iptal etmiştir. Mahkeme, bu kararını verirken, Danıştay’ın 26
Kasım 2002 (yukarıda paragraf 25) tarihli kararı ve kendisinin 8 Kasım 2004 tarihli
(yukarıda paragraf 33) kararı da dahil olmak üzere daha önce idare mahkemeleri
tarafından verilmiş yargı kararlarına dayanmıştır.
44. Danıştay,
25 Aralık 2006 tarihinde, idare mahkemesinin kararının Bursa Barosu’nun ehliyet
yokluğu gerekçesiyle başvurusunun reddine ilişkin kısmını bozmuş, geri kalan
kısım açısından kararı onamıştır. Şehircilik ve
çevrenin korunması gibi, kamu hukukuna ilişkin bazı alanlarda, dava açma yetkisi mefhumu geniş bir
şekilde yorumlanması gerektiğini, ve toplumun mensubu olmanın, imar planlarının
hukuki denetimini talep etmeye yetkili olmak için yeterli olduğunu
belirtmiştir.
45. İdare Mahkemesi, 20 Şubat 2009
tarihinde, Bursa Barosu’nun ehliyetine ilişkin temyiz kararına uymuş ve dava
konusu işlemleri iptal etmiştir.
46. Danıştay, 10 Haziran 2013
tarihinde, kendisinin 25 Aralık 2006 tarihli kararından dönerek, 20 Şubat 2009
tarihli kararı bozmuştur. Bursa Barosu’nun ehliyeti olmadığını özellikle
belirtmiştir.
47. İdare Mahkemesi, 8 Kasım 2013
tarihinde, Bursa Barosu’nun ehliyetine ilişkin temyiz kararına uymuş ve
dava konusu idari işlemleri iptal etmiştir.
48. Danıştay, 13 Ekim 2014
tarihinde ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır.
D. Üretim
ve Atık Yönetimi İzni ve Buna İlişkin Yargıı Süreci
49. Bursa İli Mahalli
Çevre Kurulu (le conseil départemental de
l’environnement), Cargill şirketine üretim ve atık yönetimi izni
vermiştir.
50. Bilinmeyen bir tarihte
başvuranlardan Bursa Barosu, Ali Arabacı ve Levent Gençelli’nin yanı sıra diğer
gerçek ve tüzel kişiler, Bursa idare mahkemesine bu kararın iptal edilmesi ve
yürütmesinin durdurulması talebiyle başvurmuşlardır.
51. İdare Mahkemesi 25 Eylül 2001
tarihinde, Bursa Barosu ve diğer meslek kuruluşlarının ehliyeti olmaması
sebebiyle, başvurunun kabul edilemez olduğunu beyan etmiştir. Davanın esasına
ilişkin olarak, idare mahkemesi, 20 Temmuz 2000 tarihinde fabrikadan alınan
atık su örnekleri ve 5 Temmuz 2000 tarihinde ölçülen gaz ölçümlerinin emisyon
değerleri üzerinde bilirkişilerce yapılan analizlerin sonuçlarının mevzuatta
belirtilen değerler ile uyumlu olduğunu göz önünde bulundurarak talebi
reddetmiştir.
52. Danıştay 18 Nisan 2002 tarihinde,
üretim ve atık yönetimi izninin yasaya uygun olmaması gerekçesiyle 10 Ağustos
2000 tarihli idari kararın yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Bu
konuya ilişkin olarak, Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun
1/25000’lik planın tadilini iptal eden 14 Eylül 2001 tarihli kararını göz önüne
alarak, ihtilaf konusu arazi üzerinde bir nişasta fabrikasının inşaatının artık
hukuken mümkün olmadığını belirtmiştir.
53. Danıştay, 24 Mart 2003
tarihinde, diğerleri ile birlikte Bursa Barosu tarafından yapılan başvurunun
ehliyet yokluğu dolayısıyla reddine ilişkin 25 Eylül 2001 tarihli kararı
onamıştır. Diğer yandan, 25 Eylül 2001 tarihli kararı esastan bozmuştur.
54. İdare mahkemesi, 30 Kasım 2004
tarihinde, idari mahkemelerin önceki yargı kararlarına, özellikle Danıştay’ın
26 Kasım 2002 tarihli kararına (yukarıda paragraf 25) dayanarak, Cargill
şirketine verilmiş olan üretim ve atık yönetimi izinlerinin iptaline karar vermiştir.
55. Danıştay, 22 Ocak 2007
tarihinde bu kararı onamıştır.
56. 19 Ocak 2009 tarihinde bu
kararın düzeltilmesine ilişkin başvuru reddedilmiştir.
E. İdari
Mahkeme Kararlarının İcrası
57. Başvuranlardan Ali Arabacı, 1
Mart 1999 tarihinde, Bursa idare mahkemesinin, inşaat izninin yürütmesinin
durdurulmasına ilişkin 12 Ocak 1999 tarihli kararını Başbakana ve Bursa
valisine sunmuştur.
58. Bursa valisi 26 Mart 1999
tarihinde, fabrikanın inşaat faaliyet çalışmalarının durdurulmasına karar
vermiştir. Dosya, inşaat çalışmalarının gerçekten durdurulup durdurulmadığını
tespit etmeye el vermemektedir. Başvuranlara göre, fabrikanın faaliyeti 2000
yılında sadece 45 gün durdurulmuştur. Dosyadan anlaşılmaktadır ki, 2000 yılında
fabrikanın inşaatı bitirilmiş ve faaliyetine başlamıştır.
59. Bakanlar Kurulu, 24 Temmuz
2002’de fabrikanın faaliyetine devam etmesine izin veren bir ilke kararı almıştır.
60. Başbakan, 6 Haziran 2003
tarihli bir mektup ile fabrikanın yöneticilerini, Cargill'e verilen üretim ve
atık yönetimi izninin iptaline rağmen (yukarıda paragraf 54) 24 Temmız 2002
tarihli Bakanlar Kurulu ilke kararı uyarınca fabrikanın faaliyetlerine devam
edebileceği konusunda bilgilendirmiştir, Başbakan mektubunda, Türkiye Bilimsel
ve Teknik Araştırma Kurumu raporuna göre, fabrikanın çalıştırılmasının suların
kirlenme tehlikesi arz etmeyeceğini belirtmiştir.
61. 13 Ocak – 28 Mart 2005
arasında, başvuranlardan Ali Arabacı, Cumhur Özcan ve Şenay Özeray, Başbakana, Çevre
ve Şehircilik Bakanlığına, Bursa Valiliği ile Bursa ve Gemlik Belediyelerine
idari başvurularda bulunmuşlardır. Bu tesisin inşaatını ve faaliyetine ilişkin
idari işlemleri iptal eden yargı kararlarına rağmen fabrikanın faaliyetine
devam ettiğini ihbar etmiş ve mezkur kararların uygulanmasını talep
etmişlerdir.
62. Bursa Valiliği, 13 Eylül 2006
tarihinde, idari yargı kararlarına dayanarak Cargill şirketinin faaliyetlerinin
durdurulmasına karar vermiştir.
63. Orhangazi Kaymakamı, Cargill
şirketinin faaliyetlerinin 20 Ekim 2006 tarihinden itibaren durdurulacağını
açıklamıştır.
64. Bilinmeyen bir tarihte
Cargill şirketi, Bursa Valiliği’nin 13 Eylül 2006 tarihli kararının iptali
talebinde bulunmuştur.
65. Bursa İdare Mahkemesi 30
Kasım 2006 tarihinde, 13 Eylül 2006 tarihli kararın yürütmesini durdurmuştur.
66. Şirket, Valiliğin 7 Aralık
2006 tarihli bir kararına dayanarak, faaliyetlerine yeniden başlamıştır.
67. Bursa Bölge İdare Mahkemesi,
12 Aralık 2006 tarihinde, Bursa idare mahkemesi tarafından verilen kararın
yürütmesinin durdurulmasını kaldırmıştır.
F. Takip
Eden Gelişmeler
1. Özel
Sanayi Bölgesi » kararı ve ilgili yargı süreci
68. 5 Mayıs 2005 tarihinde,
Cargill şirketinin tesislerinin üzerinde bulunduğu arazi bir Bakanlar Kurulu
kararı ile « özel sanayi bölgesi » ilan edilmiştir.
69. Başvuranlardan Bursa Barosu,
Doğayı ve Çevreyi Koruma Derneği, Levent Gençelli, Lütfü Kırayoğlu, Mustafa
Özçelik, Ali Rahmi Beyreli, Yahya Şimşek ve Nadir Erol yanı sıra başkaca özel
ve tüzel kişiler, mezkur Bakanlar Kurulu kararının iptali ve yürütmesinin
durdurulması için başvuruda bulunmuşlardır.
70. Danıştay, 8 Şubat 2006
tarihinde Bakanlar Kurulu’nun 5 Mayıs 2005 tarihli kararının yürütmesini
durdurmuştur.
71. Danıştay, 27 Şubat 2007’de,
Bakanlar Kurulu kararını, bilhassa inşaat tarihinde geçerli imar planlarının
mevcut olması gibi kanunda öngörülmüş şartların, imar planı ve fabrikaya
ilişkin inşaat izninin idare mahkemeleri tarafından iptal edileceği ölçüde gerçekleşmemiş
olması dolayısıyla iptal etmiştir.
72. Danıştay, 17 Eylül 2012
tarihinde, idare tarafından 27 şubat 2007 tarihli karara karşı yapılan itirazı
reddetmiştir. Aynı şekilde 23 Şubat 2015 tarihinde, karar düzeltme başvurusunu
da reddetmiştir.
2. Tazminat
Davası
73. Başvuranlardan Bursa Barosu,
Doğayı ve Çevreyi Koruma Derneği, Ali Arabacı, Yahya Şimşek, Cumhur Özcan,
Eralp Atabek, Şenay Özeray, Fethiye Altındaş, Kadriye Gökçadır, Burak Giray,
Nezih Sütçü, İsmail İşyapan, Nalan Bener, Okan Dursun, Erol Çiçek ve Şaban
Cankat Taşkın, Başbakana, Çevre ve Şehircilik Bakanına, Bursa Valisine, Bursa
Belediye Başkanına ve Gemlik Belediye Başkanına karşı 6 Haziran 2005 tarihinde,
yukarıda sözü geçen davalara ilişkin mahkeme kararlarını uygulamamalarından
ötürü tazminat davası açmışlardır.
74. Bursa ilk derece mahkemesi (Bursa Asliye Hukuk Mahkemesi), 6 Aralık 2006 tarihli
kararıyla, tazminat davasını reddetmiştir. Mahkeme, bu kararı verirken, söz
konusu kararların uygulanmamasının, bu kararların başvuranların kişi haklarını
korumaya yönelik değil kamu düzenini korumaya yönelik olması dolayısıyla,
başvuranlara manevi zarar verecek mahiyette olmadığı değerlendirmesinde
bulunmuştur.
75. Yargıtay, 26 Mayıs 2008
tarihli kararıyla, 6 Aralık 2006 tarihli kararı bozmuştur. Temyiz Mahkemesi bu
kararı verirken, Bursa Barosu, Doğayı ve Çevreyi Koruma Derneği, Eralp Atabek,
Fethiye Altıntaş, Kadriye Gökçadır, Burak Giray, Nezih Sütçü, İsmail
İşyapan, Nalan Bener, Okan Dursun, Niyazi Sinan Doğan, Erol Çiçek ve Şaban
Cankat Taşkın tarafından yapılan başvurunun, ehliyet yokluğu dolayısıyla
reddedilmiş olması gerektiği değerlendirmesini yapmıştır. Mahkeme, özellikle bu
başvuranların, söz konusu kararların uygulanmamasından kaynaklanan herhangi bir
zararın doğrudan mağduru olarak addedilemeyeceklerini belirtmiştir. Temyiz
Mahkemesi, Ali Arabacı, Cevdet Altun, Yahya Şimşek, Cumhur Özcan ve Şenay
Özeray bakımından ise temyiz başvurusunu kabul etmiştir (accueillit le pourvoi). Temyiz Mahkemesi bu kararı
verirken, – söz konusu bölgede ikamet etmekte olan – Ali Arabacı ve Cevdet
Altun’un; Yahya Şimşek, Cumhur Özcan, Şenay Özeray’ın ise çevrenin korunmasına
ilişkin bir çok başvuruda bulunduklarını, ve lehlerine verilmiş kararın
icrasını sağlamak için uzun yargı süreçlerine katıldıklarına işaret etmiştir.
Mahkeme, tüm bu unsurları dikkate alarak ve kararların uygulanmasının hukukun
üstünlüğü ilkesinin bir gerekliliği olduğunu göz önünde bulundurarak,
başvuranların « medeni hak » sahibi olabilecekleri sonucuna
varmıştır.
76. Bursa ilk derece mahkemesi, 2
Nisan 2009 tarihli kararıyla, başvuranlardan Ali Arabacı, Cevdet Altun, Yahya
Şimşek, Cumhur Özcan ve Şenay Özeray’ın davasını kısmen kabul etmiş ve Gemlik
Belediye Başkanını manevi tazminat olarak 3000 TL ödemeye mahkum etmiştir.
Diğer yandan taleplerin, Başbakan, Çevre ve Şehircilik Bakanının sorumluluğuna
ilişkin kısmını reddetmiştir. Ayrıca, Bursa Barosu, Doğayı ve Çevreyi Koruma
Derneği, Eralp Atabek, Fethiye Altıntaş, Kadriye
Gökçadır, Burak Giray, Nezih Sütçü, İsmail İşyapan, Nalan Bener, Okan
Dursun, Niyazi Sinan Doğan, Erol Çiçek ve Şaban Cankat Taşkın’ın başvurularını,
mağdur sıfatı yokluğu nedeniyle reddetmiştir.
77. Başvuranlar Ali Arabacı,
Cevdet Altun, Yahya Şimşek, Cumhur Özcan ve Şenay Özeray temyize gitmişlerdir.
78. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
21 Kasım 2009 tarihli kararıyla, 2 Nisan 2009 tarihli kararın Başbakanın ve Çevre
ve Şehircilik Bakanının sorumluluklarına ilişkin değerlendirmesini kısmen
bozmuştur. Bu kararı verirken özellikle aşağıdaki değerlendirmede bulunmuştur (aşağıda çevrilmiştir ama kararın orijinalinden eklenebilir):
« (...) Mevcut davada, çeşitli idari
işlemlere ilişkin idari mahkemelerin kararlarının [1/25000 ve 1/1000 ölçekli imar
planlarının, nişasta fabrikası için inşaat ruhsatı ve üretim ve atık yönetimi
yetkisinin iptal edilmesi] (...) yetkililer tarafından gerektiği gibi yerine
getirilmemiştir.
[başvuranlar]
İdari davalara başvurarak, bu tür bir yapının tarım alanlarını azaltacağı, doğa
ve çevre üzerinde zarar yaratacağı gerekçesiyle verimli bir tarım alanında bir fabrikanın
kurulmasını engellemeye çalışmışlardır. (...) Ancak, idari mahkemelerin verdiği
kararları yürütmek mümkün olmamıştır.
Buna ek
olarak Bakanlar Kurulu, 5 Mayıs 2005 tarihinde, idari mahkemelerin kararlarını
uygulanamaz hale getirmek ve fabrikanın faaliyetlerinin devamını sağlamak için
Cargill'in tesislerinin bulunduğu araziyi “özel sanayi bölgesi” ilan etmiştir.
(...)
Başvuranlar,
aynı zamanda, yukarıda belirtilen işlemin iptal edilmesi için yürütmenin
durdurulması talepli bir dava açmışlardır ve Danıştay, 8 Haziran 2006 tarihinde
bu idari işlemin yürütmesini durdurmaya karar vermiştir. (...) Ancak, tüm bu
kararlara rağmen, fabrika faaliyetlerine devam etmiştir.
İdare
mahkemelerinin kararları kesinleşmeden önce ve sonra, başvuranlar bu kararların
uygulanmasını sağlamak amacıyla yetkili makamlara sözlü ve yazılı uyarılarda
bulunmuşlardır. İdare hukukunun genel ilkelerine göre, bir idari işlemin
iptali, bu fiilin hiçbir zaman gerçekleşmemiş olduğu anlamına gelir. Mevcut davada
yetkililer, mahkeme kararlarına ilişkin olarak görevlerini yerine
getirmemişlerdir. Nişasta fabrikasının faaliyetlerini durdurmaları gerekirken, söz
konusu kararların uygulanması mahiyetinde olmayan resmi uyarılar göndermekle
yetinmişlerdir. Fabrikanın inşaası ve tesisi için gerekli izinleri veren Çevre
ve Şehircilik Bakanı, söz konusu izinlerin geri alınması için harekete geçtiği
izlenimini uyandıracak hiçbir eylemde bulunmamıştır. Başbakanlığa bağlı Yüksek
Planlama Kurulu bir yatırım izni vermiş ve bu işlemin yürütülmesi mahkeme
kararları ile durdurulmuş olsa da, fabrika Başbakan tarafından bizzat imzalanmış
bir mektupla, faaliyetlerine devam edebileceği hususunda bilgilendirilmiştir.
Benzer şekilde, bu mektupta, mezkur işlemin ileride kesin olarak iptal edilmesi
ihtimaline karşın, fabrikanın faaliyetlerinin devam edebilmesi için idari ve
yasal bir temel sağlamak amacıyla yeni girişimlerde bulunulduğu
anlaşılmaktadır.
Bu nedenle,
Başbakan, Çevre ve Şehircilik Bakanı ile Gemlik Belediye Başkanı'nın, böyle bir
imkana sahip olmalarına rağmen, idari mahkemelerin kararlarını yerine
getirmedikleri kabul edilebilir. (...) »
79. Bursa ilk derece mahkemesi,
16 Haziran 2011 tarihli kararıyla, 21 Kasım 2009 tarihli karara uymayı
reddetmiştir.
80. Yargıtay, 18 Mart 2013
tarihli kararıyla, özellikle Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi
uyarınca yerel mahkemenin Hukuk Genel Kurulun karara bağladığı hukuki
meselelere riayet etmesi gerektiği gerekçesiyle 16 Haziran 2011 tarihli kararı
bozmuştur.
81. Bursa ilk derece mahkemesi, 6 Mayıs
2014 tarihli kararıyla, 6 Şubat 2014 tarihli kanun değişikliğine binaen (aşağıda
paragraf 103), kararların uygulanmamasına ilişkin başvuruların resmi görevliye
değil, idareye karşı yöneltilmesi gerektiği gerekçesiyle Yargıtay Hukuk Genel
Kurulunun kararına uymayı reddetmiştir.
82. Temyiz Mahkemesi 29 Eylül
2014 tarihli kararıyla, davanın başvuru sırasında yürürlükte olan usul
kurallarına dayanarak sonuçlandırılması gerektiğini özellikle belirterek, 6
Mayıs 2014 tarihli kararı tekrar bozmuştur,
83. Bursa ilk derece
mahkemesininin 4 Aralık 2015 tarihli kararıyla Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
kararına uymayı tekrar reddettiği dosyadan anlaşılmaktadır. Tarafların
görüşlerini (AİHM’e) sundukları sırada, dava
ulusal mahkemelerde görülmeye devam etmektedir.
3. Suç
Duyurusu
84. Başvuranlardan Bursa Barosu, Doğayı
ve Çevreyi Koruma Derneği, Ali Arabacı, Yahya Şimşek, Mustafa Özçelik, Ali Rahmi
Beyreli, Nadir Erol, Levent Gençelli, Lütfü Kırayoğlu, Cumhur Özcan,
Eralp Atabek, Şenay Özeray, Fethiye Altıntaş, Kadriye Gökçadı, Burak
Giray, Mustafa Nezih Sütçü, İsmail İşyapan, Nalan Bener ve Şaban Cankat
Taşkın, 22 Mayıs 2005 tarihinde Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’nda Başbakan,
Çevre ve Şehircilik Bakanı, Bursa Valisi, Bursa Belediye Başkanı ve Gemlik
Belediye Başkanı hakkında suç duyurusunda bulunmuşlardır. Başvuranlar, başta Bursa
Valiliği tarafından Cargill'e verilen 17 Haziran 1998 tarihli 1’inci inşaat
iznini ve 28 Aralık 1999 tarihinde 1/1000'lik imar planı tadilini (yukarıda
paragraf 33) iptal eden 8 Kasım 2004 tarihli idare mahkemesi kararını, 14 Ağustos
1998 tarihinde yapılan 1/25000’lik imar planı tadilini (yukarıda paragraf 25)
iptal eden 26 Kasım 2002 tarihli Danıştay kararını ve 10 Ağustos 2000 tarihinde
Bursa Valiliği tarafından verilen üretim ve atık yönetimi iznini (yukarıdaki
paragraf 54) iptal eden 30 Kasım 2004 tarihli idare mahkemesi kararı olmak
üzere, adı geçen makamların yargı kararlarını uygulamayı reddetmiş olmalarından
yakınmışlardır.
85. Cumhuriyet Savcısı
22 Haziran 2005 tarihinde, Anayasa’nın 100. maddesi uyarınca Başbakan ve
Bakanları sorgulama yetkisinin Meclise ait olduğu gerekçesiyle, Başbakan ve Çevre
ve Şehircilik Bakanı ile ilgili olarak görevsizlik kararı vermiştir.
86. Başvuru
dosyası, bu ceza soruşturmasının sonucu hakkında herhangi bir bilgi
içermemektedir.
4. Toprak
Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda Değişiklik
85. Türkiye Büyük Millet Meclisi,
31 Ocak 2007 tarihinde, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda, tarım dışı
faaliyetlerde kullanılan tarım arazilerinin durumunu düzenlemek için yapılan
değişikliği kabul etmiştir.
88. Anayasa
Mahkemesi 19 Şubat 2007 tarihli kararıyla, 31 Ocak 2007 tarihli değişikliğin
yürürlüğünü durdurmuştur. Bu karar 22 Şubat 2007 tarihinde Resmi Gazete'de
yayımlanmıştır.
89. Bu arada, 20
Şubat 2007'de Bursa Valiliği, faaliyetlerine devam etmek için 9 Şubat 2007'de
başvuru yapmış olan Cargill'e yetki vermiştir.
90. Hükümet
tarafından sunulan bilgilere göre, başvuranların bir kısmı tarafından yapılan
itirazın ardından, 8 Kasım 2007 tarihinde İdare Mahkemesi, bu iznin
yürütmesinin durdurulmasına hükmetmiştir. Mahkeme, idarenin itirazını 30 Kasım
2007 tarihinde reddetmiştir. Ayrıca, 14 Mart 2008 tarihinde, 20 Şubat 2007
tarihli izni yasal dayanaktan yoksun olduğu için iptal etmiştir (E. 2007/1338).
86. Danıştay, 26 Mart 2012
tarihinde, 14 Mart 2008 tarihli kararı onamıştır. Karar düzeltme başvurusu
yapılmadığı için, bu karar 21 Mayıs 2015'te kesinleşmiştir.
5. Toprak
Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu Üzerinde Yapılan İkinci Değişiklik
87. Türkiye Büyük Millet Meclisi,
26 Mart 2008 tarihinde, tarım arazilerinin tarım dışı faaliyetlerde
kullanımının belirli şartlar altında düzenlenmesine izin veren ikinci bir yasa
değişikliği kabul etmiştir (5751 Sayılı Kanun). Bu değişiklik Cargill'in kesinleşmiş
yargı kararlarına rağmen faaliyetlerine devam etme izni alabilme ihtimalini
yaratmıştır.
93. Cargill şirketi,
12 Haziran 2008 tarihinde bu yasadan yararlanabilmek için Bursa Valiliği’ne bir
başvuru yapmıştır.
94. Bursa Valiliği,
21 Kasım 2008 tarihinde, Cargill'e faaliyetlerine devam etme izni vermiştir.
88. Başvuranlardan Bursa Barosu, Ali
Rahmi Beyreli, Yahya Şimşek, Levent Gençelli ve Lütfü Kırayoğlu, 9 Ocak 2009
tarihinde, Bursa Valiliği’nin kararının iptali talebiyle İdare Mahkemesine başvurmuşlardır.
Başvuru dosyası, bu yargılama sürecine ilişkin bir belge içermemektedir.
96. Diğer yandan Bursa
Valiliği 16 Mart 2009 tarihinde, Cargill’e araziyi tarım dışı amaçlar için
kullanma izni vermiştir.
97. Benzer bir
şekilde, 11 Kasım 2009 tarihinde, Bursa Valiliği, fabrikanın çevreye olan
etkisini değerlendirmek için bir işlem yapılmasına gerek olmadığı
değerlendirmesinde bulunmuştur.
98. Bursa Valiliği
25 Mart 2010 tarihinde Cargill şirketine yeni bir üretim ve atık yönetimi izni çıkarmıştır.
99. Anayasa
Mahkemesi, 14 Nisan 2011 tarihli kararıyla ile 5751 sayılı Kanunun Anayasaya
uygun olduğuna karar vermiştir.
100. Dosyadaki
belgelere göre, fabrika bugün halen faaliyette bulunmaktadır.
II. İLGİLİ
ULUSAL HUKUK
A. Yargı
Kararlarının Yetkililerce Uygulanması
89. Anayasa’nın 138. maddesinin
4. Fıkrası şöyledir:
« Yasama
ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu
organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların
yerine getirilmesini geciktiremez.. »
90. 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunun ilgili maddeleri söz konusu dönemde şöyledir :
« 1. Danıştay,
bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin
durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem
tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur.Bu süre hiçbir şekilde kararın
idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. Ancak,haciz veya ihtiyati
haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında, bu kararların
kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edilir.
(...)
3. Danıştay,
bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem
tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve
ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabilir.
4. Mahkeme
kararlarının (otuz) gün içinde kamu görevlilerince kasten yerine getirilmemesi
halinde ilgili, idare aleyhine dava açabileceği gibi, kararı yerine getirmeyen
kamu görevlisi aleyhine de tazminat davası açılabilir»
91. 6 Şubat 2014 tarihinde 6518
sayılı kanun kabul edilmiştir. Bu Kanunun 18. maddesi, 2577 sayılı kanunun
28/4. maddesini şu şekilde değiştirmiştir :
« 4.
Mahkeme kararlarının süresi içinde kamu görevlilerince yerine getirilmemesi hâlinde
tazminat davası ancak ilgili idare aleyhine açılabilir.. »
B. Hukuk
Muhakemeleri Kanunu
92. 1 Ekim 2011 tarihinde 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile ilga edilmiş olan 18 Haziran 1927 tarihli Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 439. maddesi
(AİHM 429 yazmış ama yanlış) aşağıdaki gibidir
« Hukuk Genel Kurulunun verdiği karara
uymak zorunludur.. »
C. Kamu
Kurumu Niteliğindeki Meslek Kuruluşlarının Statüsü
93. Türk hukukunda, baroların
« kamu kurmu niteliğinde meslek kuruluşu » statüsü bulunmaktadır ve
dolayısıyla kamu hukuku tüzel kişisidirler. Anayasanın 135. maddesinin davaya
ilişkin bölümü aşağıdaki gibidir :
« Kamu
kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları; belli bir mesleğe
mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, meslekî faaliyetlerini
kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak,
meslek mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü
ve güveni hâkim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlâkını korumak maksadı ile
kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen
usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu
tüzelkişilikleridir. (...) »
HUKUK
I. İLK
İTİRAZLAR HAKKINDA
A. Bazı
başvuranların mağdur sıfatı hakkında
94. Hükümet, Bursa Barosu'nun ve
Doğa ve Çevre Koruma Derneği'nin iddia konusu ihlallerin mağduru olduklarını
iddia edemeyeceklerini ve bu nedenle, Sözleşmenin 34. maddesi anlamında mağdur
sıfatlarının bulunmadığını savunmaktadır.
107. Başvuranlar
bu itiraz hakkında beyanda bulunmamışlardır.
95. Davalı Devlet, kişi yönünden (ratione persona) Mahkemenin yetkisine
ilişkin yalnızca kısmi bir itirazda bulunmakla yetinmiştir, ancak bu husus,
Mahkemeyi tüm başvuranlar açısından resen bir inceleme yapılmaya sevk etmiştir (Sejdić ve Finci / Bosna-Hersek davası [BD],
27996/06 - 34836/06, § 27, AİHM 2009).
96. Mahkeme, Sözleşme'nin 34.
maddesine göre başvuru yapabilmek için, gerçek kişi, hükümetler dışı örgüt veya
kişi grubunun, Sözleşme'de tanınan hakların ihlalinden mağdur olduklarını ileri
sürebilmeleri gerektiğini hatırlatır. Böyle bir ihlalin mağduru olduğunu ileri
sürebilmek için, bireyin ilke olarak, söz konusu tedbirin etkilerine doğrudan
maruz kalmış olması gerekir (Tănase/Moldova
[BD], 7/08, § 104, AİHM 2010, ve Aksu/Türkiye [BD], 4149/04 - 41029/04, § 50, AİHM 2012). Mahkeme ayrıca, kişinin yargılama tarafı
bir şirkette hissedar ve/veya yönetici statüsüne sahip olmasına rağmen, ilke
olarak, taraf olmadığı yargılamada haklarının ihlal edilmesinden dolayı
şikâyette bulunamayacağını hatırlatır (Nosov
ve diğerleri / Rusya no 30877/02, 20 Ekim 2005). Sonuç
olarak, iddia edilen Sözleşme hakkı ihlalinden etkilenen bir mağdurun varlığı,
Sözleşme’nin koruma mekanizmasının devreye sokulması için zorunludur; ancak bu
kriter katı şekilde veya esnek olmayan bir biçimde uygulanmamalıdır (Bitenc/Slovenya (k.k.), no. 32963/02, 18
Mart 2008). Mahkeme, mağdur kavramını, davada menfaat
veya taraf/dava ehliyeti gibi ulusal kavramlardan bağımsız olarak özerk olarak
yorumlamaktadır (Aksu, § 52).
97. Bu davada, Mahkeme,
başvuranların Sözleşme’nin 2., 6., 8. ve 13. maddelerine dayanmalarına rağmen,
iddialarının esas olarak, Orhangazi'de nişasta fabrikasının yapımı ve
işletilmesine izin veren idari işlemleri iptal eden nihai ve bağlayıcı kararların
uzun süre boyunca uygulanmamasına ilişkin olduğunu tespit etmiştir. Bu nedenle,
Mahkeme'nin görüşüne göre, başvuranların mağdur statüsünün belirlenirken, bu
kişilerin dava konusu idari işlemlere ilişkin iç hukuk davalarındaki taraf/dava
ehliyeti göz önünde tutulması uygundur.
1. Bursa
Barosunun Mağdur Sıfatı
98. Mahkeme, özellikle, Bursa
Barosu'nun ehliyetinin, farklı çözümleri benimseyen ulusal mahkemeler
tarafından tartışıldığını gözlemlemektedir. Baronun ehliyeti, söz konusu idari
fiillere karşı açılan iptal davalarını inceleyen idare mahkemeleri tarafından
genel olarak tanınmamış olsa da (yukarıda paragraflar 22-23., 46-48, 51-53),
Bursa İdare Mahkemesi, 20 Şubat 2009 tarihli kararında, fabrika ile ilgili
çeşitli idari işlemlerin iptaline ilişkin davalarda Baronun ehliyetini kesin
olarak tanımıştır (yukarıda paragraf 36). Ancak Asliye Mahkemesi, tazminat
davasıyla ilgili olarak, Bursa Barosu'nun taraf ehliyeti olmaması nedeniyle
başvurusunu reddetmiştir (yukarıda paragraf 78).
99. Mahkeme, her şeyden önce,
Bursa Barosu'nun, kamu kuruluşu niteliğinde bir meslek kuruluş olarak, kamu
hukuku tüzel kişiliği teşkil ettiğini mülahaza etmektedir (yukarıda paragraf
105). Sonuç olarak, Bursa Barosunun Sözleşme'nin 34. Maddesi anlamında bir hükümetler
dışı örgüt olarak veya ortak bir menfaati olan bir grup olarak tanımlanması zor
olacaktır (bkz. mutatis mutandis, Le Compte, Van Leuven ve De Meyere /
Belçika davası, 23 Haziran
1981, §§ 63-65). Her halükarda Mahkeme, dava konusu tedbirden
doğrudan etkilenmesi durumunda, “mağdur” sıfatının bir derneğe - ancak
üyelerine değil - verilebileceğini hatırlatır (özellikle bkz. Saint-Raphaël ve Fréjus dostları Derneği ve
diğerleri / Fransa (k.k.) no 45053/98, 29 Şubat 2000, ve Dayras ve diğerleri « SOS Sexisme » derneği / Fransa (k.k.),
no 65390/01, 6 Ocak 2005). Bir dernek veya sendika, Sözleşme’nin
üyelerine tanıdığı hakları ihlal eden tedbirlerin mağduru olduğunu ileri
süremez; söz konusu dernek veya sendikanın kuruluş amacı, üyelerinin
menfaatlerini savunmak ile ilgili olsa da bu durum geçerlidir (Monako
müdafi avukatlar ve temyiz avukatları /
Monako (kk.), no 34118/11, 21 Mayıs 2013).
100. Mahkeme, Bursa Barosu
davasında, Temyiz Mahkemesi’nin 26 Mayıs 2008 tarihli kararında, Baronun
ihtilaf konusu kararların uygulanmamasından kaynaklanan herhangi bir zararın
mağduru olduğunu ilerü süremeyeceğine karar verdiğini tespit etmiştir
(yukarıdaki paragraf 78). Aynı zamanda, yerleşik içtihadına göre “mağdur”
kavramının, iç hukuktaki menfaat veya taraf sıfatı kavramlarından bağımsız ve özerk
olarak yorumlanması gerektiğini hatırlatır. Yukarıdaki tüm değerlendirmelerin
ışığında, Mahkeme, Bursa Barosu'nun Sözleşme'nin 34. maddesi anlamında mağdur
olduğunu iddia edemeyeceği sonucuna varmıştır (Monako müdafi avukatlar ve temyiz avukatları / Monako (kk.), no 34118/11,
21 Mayıs 2013 §§ 61-62) ; bu nedenle, başvurunun bu kısmı Sözleşme hükümleriyle
kişi bakımından (ratione personae) bağdaşmamaktadır
ve Sözleşme’nin 35/3-a ve 35/4 maddeleri uyarınca reddedilmesi gerekmektedir.
2. Doğayı
ve Çevreyi Koruma Derneği’nin ve Başvuranlardan Bazılarının Mağdur Sıfatı
101. Doğayı ve Çevreyi Koruma
Derneği’nin mağdur sıfatına ilişkin olarak Mahkeme, bu derneğin sadece tazminat
davası için taraf olduğunu ve başvurusunun ulusal mahkemeler tarafından taraf/dava
ehliyeti yokluğu gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar verildiğini mülahaza
etmektedir (yukarıda paragraf 75). Aynı durum başvuranlar Eralp Atabek, Fethiye
Altıntaş ve Bayan Kadriye Gökçadır, Burak Giray, Nezih Sütçü ve İsmail İşyapan,
Nalan Bener ve Okan Dursun, Niyazi Sinan Doğan, Erol Çiçek ve Şaban Cankat
Taşkın için de geçerlidir (aynı yerde).
Mahkeme ayrıca, başvuranlar Lütfü Kirayoǧlu, Cumhur Özcan ve Zeliha Şenay
Özeray’ın hiçbir iptal davasına taraf olmamakla birlikte, sadece ulusal
mahkemelerin verdiği kararların yerine getirilmemesine karşı dava açmak veya
tazminat talebiyle dava açmakla yetindiklerini tespit etmiştir. Benzer şekilde,
başvuran Öznur Çiçek'in idari işlemlerin iptaline ilişkin ulusal yargılamaların
hiçbirine taraf olmadığı dosyadan anlaşılmaktadır.
102. Mahkeme, yerleşik içtihadına
göre, Sözleşme'nin actio popularis'e
(halk davası) izin vermediğini, ancak bireysel başvuru
hakkının kullanılabilmesi için, başvuranın kendisinin bir Taraf Devlete
atfedilebilecek bir fiilden veya ihmalden kaynaklanan doğrudan veya dolaylı Sözleşme
ihlalinden mağdur olduğunu makul şekilde ileri sürebilmesini gerektirdiğini
hatırlatır. Mahkeme'ye göre, kendi adlarına veya bir dernek aracılığıyla, söz
konusu idari fiillerin iptaline ilişkin uzun yargılamalara hiç katılmadan,
sadece Bursa'da ikamet ediyor olmak veya merkezi bu şehirde olan tüzel kişi
olmak yukarıda sözü edilen başvuru sahiplerini Sözleşme'nin 34. Maddesi
anlamında “mağdur” olarak nitelendirmek için yeterli olmayacaktır. Bu noktada, mevcut
dava, Mahkemenin, ulusal davalarda kendi adlarına taraf olmamış ancak
menfaatlerini korumak amacıyla kurdukları dernek vasıtasıyla taraf olmuş
başvuranların mağdur sıfatını tanıdığı
Gorraiz Lizarraga ve diğerleri / İspanya davasından farklıdır (62543/00, §
38, AİHM 2004-III).
103. Bu sebeple, Doğayı ve Çevreyi
Koruma Derneği’nin ehliyet yokluğu sebebiyle ve başvuranlar Eralp Atabek,
Fethiye Altıntaş, Kadriye Gökçadır, Burak Giray, Nezih Sütçü, İsmail İşyapan,
Nalan Bener, Okan Dursun, Niyazi Sinan Doğan, Erol Çiçek, Şaban Cankat
Taşkın, Lütfü Kirayoǧlu, Cumhur Özcan, Zeliha Şenay Özeray ve Öznur Çiçek’in
ihtilaf konusu idari işlemlerin iptaline ilişkin davaların hiçbirine taraf
olmaması dolayısıyla yukarıda anılan başvuruların kabul edilemez olduğuna karar
verildiğine göre, Mahkeme, bu başvuranların Sözleşme’nin 34. maddesi anlamında
doğrudan ya da dolaylı olarak « mağdur » sıfatını haiz olmadıklarına
kanaat getirmiştir. Başvurunun, bu başvuranlar tarafından sunulduğu ölçüde,
Sözleşme'nin 35/3 maddesi anlamında kişi bakımından (ratione personae) Sözleşme hükümleriyle bağdaşmaz olduğu ve 35/4
maddesi uyarınca reddedilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
3.
Ali Arabacı, Ali Rahmi Beyreli, Nadir Erol, Levent Gençelli, Mustafa Özçelik ve
Yahya Şimşek’in Mağdur Sıfatı
104. Mahkeme, ihtilaflı idari
işlemlerin iptaline ilişkin ulusal yargılamalara faal olarak katılan ve bu
yargılamalar boyunca taraf/dava ehliyetleri tartışma konusu olmamış olan
başvuranlar Ali Arabacı (yukarıda paragraf 38 ve 50), Ali Rahmi Beyreli (
yukarıda paragraf 15, 28, 69 ve 95), Levent Gençelli (yukarıda paragraf
15, 28, 38, 50 ve 69), Mustafa Özçelik (yukarıda paragraf 15, 28 ve 69)
ve Yahya Şimşek’,n (yukarıda paragraf 15 ve 69) 34. madde anlamında iddia
adilen Sözleşme ihlallerinden mağdur olduklarını ileri sürebileceklerini
değerlendirmektedir.
B. İç
Hukuk Yollarının Tüketilmesi
105. Hükümet,
iç hukuk yollarının tüketilmediğini öne sürmektedir. Hükümet, ulusal mahkemeler
önünde çeşitli davalar halen görülmekte iken, başvuranların Mahkeme’ye
başvurduklarını belirtmiştir. Ayrıca, 6384 sayılı kanun ile Türkiye’de yeni bir
tazminat yolunun düzenlendiğini belirtmiştir. Bu kanun ile kurulan Tazminat
Komisyonunun yetkisinin, sadece iç yargılamanın aşırı uzun sürmesi halini
değil, yargı kararlarının uygulanmaması hallerini de kapsadığını eklemiştir.
Hükümet, başvuranların bu yeni kanun yolundan faydalanmaları gerektiğine
inanarak, başvurularının kabuledilemez olduğuna karar verilmesi gerektiğini
düşünmektedir.
106. Başvuranlar bu sava karşı
çıkmaktadır.
107. Hükümet'in başvuranların
şikayetlerinin vaktinden evvel yapıldığına dayanan itirazına ilişkin olarak
Mahkeme derhal, başvuranın ilke olarak,
Mahkeme önünde bir dava açmadan önce çeşitli iç hukuk yollarına başvurma
yükümlülüğü altında olduğu hallerde, Mahkemeye başvuru yapılmasının ardından,
ancak kabuledilebilirlik hakkında karar vermeden önce, iç hukuk yollarının son
aşamasına ulaşılmasına müsamaha gösterdiğine ilişkin içtihadını (Rafaa/Fransa, No. 25393/10, § 33, 30
Mayıs 2013) hatırlatmaktadır. Mevcut davada Mahkeme, başvuranların çeşitli
davalar ulusal mahkemeler önünde görülmekte iken, ancak idari işlemlerin yürütmesinin
durdurulması emrini veren birkaç karar aldıktan sonra kendisine başvurmuş
olduklarını gözlemlemektedir. Ayrıca, söz konusu idari işlemlerin iptaliyle
ilgili bütün kararların, Mahkeme davanın kabuledilebilirliğine karar vermeden
önce tamamlanmış olduğu husunda bir tartışma bulunmamaktadır. Bu nedenle bu itiraz
kabul edilmeyecektir.
108. Mahkeme, Hükümetin 6384
sayılı kanun ile tesis edilen yeni iç hukuk yoluna ilişkin itirazı hakkında, bu
itirazın, sadece söz konusu idari işlemlerin iptaline ilişkin yargılamalarda
iddia olunan makul süreye riayetsizlik hususuna ilişkin olmadığını, fakat aynı
zamanda ve her şeyden önce, söz konusu idari işlemleri iptal eden kararların
uzun süre uygulanmaması nedeniyle de başvuranların adli bir hataya maruz
kaldıklarını vurgular. Mahkeme, bu bağlamda, idareyi icraya zorlamak için
başvuranların defalarca Hukuk Muhakemeleri Kanununda ve İdari Yargılamaların
Usulü Hakkında Kanunda öngörülen tedbirlerin uygulanmasını talep ettiklerini
kaydetmektedir. Mahkeme ayrıca, başvuranların, yargı kararlarının uzun süre
uygulanmamasından dolayı tazminat davası açtıklarını da belirtmektedir. 6
Haziran 2005'ten bu yana ulusal mahkemelerde beklemekte olan bu başvuru, sadece
kısmen sonuçlanmıştır, ilk derece mahkemesi sadece Gemlik Belediye Başkanının
sorumluluğunu incelemişken, Yargıtay Başbakan ve Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın
bu kararları uygulanamaz hale getiren önlemler aldığını kabul etmiştir
(yukarıda paragraf 78). Mahkeme, Hükümet tarafından ileri sürülen başvurunun,
esas olarak, başvuranlar tarafından halihazırda uygulanana benzer nitelikte
olduğunu belirtmektedir. Ayrıca, iptal edilen idari işlemlerin yürütmesini durduran
kesin ve bağlayıcı kararların uygulanmamasına ilişkin şikayetler hakkında,
tazminatın Sözleşme uyarınca yeterli bir giderim teşkil etmediğini
hatırlatmaktadır (Genç ve Demirgan / Turquie,
34327/06 -45165/06, § 41, 10 Ekim 2017). Bu gözlemler ışığında Mahkeme,
şikayetçilerin 6384 sayılı yasa ile kurulan tazminat komisyonuna başvurmak
zorunda olmadığı sonucuna varmıştır.
Mahkeme bu nedenle
Hükümet'in şikayetin iç hukuk yolları tüketilmeden yapıldığı yönündeki
itirazlarını reddeder.
II. SÖZLEŞMENİN
6. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
109. Başvuruculardan Ali Arabacı, Ali Rahmi Beyreli, Nadir
Erol, Levent Gençelli, Mustafa Özçelik, Yahya Şimşek, idarenin, Orhangazi’de
nişasta fabrikası inşaası ve çalıştırılması izni veren idari işlemleri iptal
eden kesin ve bağlayıcı kararlara uzun süre uymayı reddetmesinin, medeni
haklarına ilişkin ihtilaflar bakımından etkili hukuki koruma haklarını göz ardı
ettiğini iddia etmektedirler. Bu sebeple Sözleşme’nin 6. ve 13. maddelerine
başvurmaktadırlar.
Mahkeme,
başvurucuların aynı zamanda, idari mahkemelerde yargılamanın süresinin makul
olmama durumuna ilişkin olarak Sözleşme'nin 6. maddesine dayandığını
gözlemlemiştir. Bununla birlikte Mahkeme, davanın olgularının hukuki niteliğini
belirlemekteki hakim yetkisi bağlamında, mevcut davanın mahkemeye erişim hakkın
çerçevesinde daha geniş bir açıdan değerlendirilmesi gerektiğini düşünmektedir
(Immobiliare Saffi / Italie [BD], no 22774/93, § 61, AİHM 1999-V, ve Apanasewicz / Polonya, no 6854/07, § 61, 3 Mayıs 2011).
Sözleşme'nin 6/1.
Maddesinin görülmekte olan davaya ilişkin kısmı şöyledir :
« Herkes
davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar (…) konusunda karar verecek olan, (…) mahkeme
tarafından, (…) makul bir süre içinde
görülmesini isteme hakkına sahiptir.»
A. Sözleşme’nin
6. Maddesinin Uygulanabilirliği
110. Hükümet, başvuranların iddialarını
sadece muhtemel ve farazi bir riske dayandırdıkları ve bilhassa Hükümete göre
bu riskin gerçekleşmesinin muhtemel olmadığı gerekçesiyle, görülmekte olan
davada Sözleşme'nin 6/1. maddesinin uygulanamayacağını savunmaktadır. Bu
nedenle, Hükümete göre, başvuranların şikayeti, bu hükmün anlamı dahilinde
"medeni hak ve yükümlülükler" ile ilgili değildir. Hükümet özellikle
Cargill şirketinin faaliyet tesislerinden 7 km’den daha uzakta oturan
başvuranların, madde 6/1 anlamında medeni hak ve yükümlülükler bakımından
doğrudan etkilendiklerini ispatlamalarının mümkün olmadığını savunmaktadır.
Hükümet ayrıca, idari işlemleri iptal eden yargı kararlarının, başvuranların
Cargill şirketinin faaliyetlerinden doğan çevresel sorunlardan etkilenmesine
dayanmadığını, kentsel planlama ilkelerine ilişkin değerlendirmelerine
dayandığını belirtmiştir.
111. Başvuranlar bu sava karşı
çıkmaktadırlar.
112. Mahkeme, Sözleşme’nin 6/1.
maddesinin « medeni » veçhesinin uygulanabilmesi için, Sözleşme
tarafından korunuyor olsun olmasın, iç hukukta tanınmış en azından tartışmasız
bir şekilde ileri sürülebilecek bir « hak » üzerinde ihtilaf olması
gerekmektedir. Bir hakkın ister mevcudiyetine, ister kapsamı ve uygulama şekline
ilişkin ciddi ve gerçek bir ihtilafın söz konusu olması gerekmektedir. Yargılamanın
sonucu, söz konusu hak için doğrudan belirleyici olmalıdır, zayıf bağlantılar
ve dolaylı sonuçlar 6/1. maddesinin değerlendirmeye alınması için yeterli
değildir (Regner / Çek Cumhuriyeti [BD], 35289/11, § 99, AİHM 2017 (özet)). Ve nihayet, hak
« medeni » nitelikte olmalıdır.
113. Görülmekte olan davada
Mahkeme, iç hukukta tanınan bir hakkın mevcudiyetinin ihtilaf konusu olmadığı
görüşündedir; ancak aynı durum hakkın konusu bakımından geçerli değildir.
Esasında, Türkiye’ye karşı Anayasa’da tanınmış olan sağlıklı ve dengeli bir
çevrede yaşama hakkına binaen açılan bir çok davada, Mahkeme gerçek ve ciddi
bir ihtilafın mevcut olduğunu tespit etmiştir (bir çok diğer karar arasından
bkz. Taşkın ve diğerleri / Türkiye, no 46117/99, § 132, AİHM 2004‑X, ve Okyay ve diğerleri / Türkiye, no
36220/97, § 65, AİHM 2005‑VI).
Bununla birlikte hükümete göre, ihtilaf hiçbir şekilde başvurucuların maddi
veya manevi haklarına ilişkin değil, yasallığın savunulması meselesiyle ilgilidir,
bu yüzden "medeni" bir hak söz konusu değildir.
114. Mahkeme, fabrikanın bulunduğu
Bursa şehrinde ikamet eden başvuranların, Türk hukuku uyarınca idare
mahkemelerinde dava açma hakkına sahip olup olmadıklarının tartışılmadığını, ve
bu mahkemelerden fabrikanın faaliyetinin yürütmesini durdurma kararı
vermelerini ve idari makamların, fabrikanın faaliyetine devam etmesine yönelik
kararlarını iptal etmelerini talep edebileceklerini gözlemlemiştir. Dahası,
idare mahkemeleri tarafından verilen kararlar başvuranların lehinedir ve bu
kararların uygulanmasını reddeden veya uygulanmasına engel koymaya yönelik tüm
idari işlemler tazminat yolunu açmaktadır (Okyay
ve diğerleri, § 67). Başvuranların, iç hukuktaki girişimlerinde,
sadece farklı ölçeklerdeki imar planlarına uygunluğa ilişkin iddialar öne
sürmediklerine, aynı zamanda söz konusu faaliyetin çevre üzerindeki kirletici
etkilerini de öne sürdüklerine dikkat edilmelidir. Daha önemlisi, 26 Mayıs 2008
tarihli kararında Yargıtay, başvuranlar için söz konusu kararların
uygulanmasının önemini vurgulamış ve bu kişilerin bir « medeni
hakkın » sahibi olduklarını ileri sürebilecekleri sonucuna varmıştır (yukarıda
paragraf 78).
115. Sonuç olarak, Mahkeme
görülmekte olan davanın koşulları ve bilhassa yapılan başvurular, itiraz edilen
işlemlerin mahiyeti ve başvurucuların taraf/dava ehliyeti göz önüne
alındığında, başvuranların mevcut davada savunulan genel menfaatine rağmen,
başvurularının actio popularis türü
başvurulara denk tutulamayacağını değerlendirmektedir. Mahkeme, başvuranların öne
sürdüğü "ihtilafın", ilgili tarafların 6. maddenin uygulama alanı
bulabilmesi için ileri sürebilecekleri bir "medeni hak" ile yeterince
bağlantılı olduğu sonucuna varmıştır.
116. Mahkeme, bu başvurunun,
Sözleşme’nin 35/3-a maddesi anlamında açıkça dayanaktan yoksun olmadığına ve
diğer hiçbir kabuledilemezlik sebebini taşımadığına dikkat çekerek, kabuledilebilir
olduğunu beyan eder.
B. Esas
Hakkında
1. Tarafların
Savları
117. Başvuranlar, etkili adil
korunma haklarının ihlal edildiğini savunmaktadırlar. Bu hususa ilişkin olarak,
ne fabrikanın faaliyetlerini durdurmasını emreden ne de buna ilişkin idari
işlemleri iptal eden yargı kararlarının yetkililer tarafından icra edilmediğini
belirtmektedirler. Fabrikanın çalışmasının, izinlerin yürütülmesini durduran
kararların ardından, 2000 yılında sadece 45 gün durdurulduğunu
vurgulamaktadırlar. Ayrıca, bu yargı kararlarının etkin bir şekilde
uygulanmasını sağlamak yerine, fabrikanın yasal statüsünü düzenlemek için
çeşitli önlemler benimsediğini düşündükleri yetkililerin davranışlarını
sorgulamaktadırlar.
118. Hükümet, Toprak Koruma ve
Arazi Kullanımı Kanunu’nun 2007 ve 2008 yıllarında değiştirildiğini
belirtmektedir. Bu değişikliklerin, tesisin belirli koşullar altında çalışmaya
devam etmesine izin verdiğini belirtmektedir. Cargill şirketi tarafından 9
Şubat 2007 tarafından yapılan bir talep sonrasında, söz konusu iznin
verildiğini ve başvuranlar tarafından sunulan yürütmeyi durdurma talebinin
mahkemeler tarafından verildiğini eklemiştir (yukarıda paragraf 90). Hükümet,
Cargill şirketinin faaliyetlerine devamının yasal temeli olduğunu
belirtmektedir. Dolayısıyla Hükümete göre, önceki kararların icrası sorunu
artık söz konusu değildir ve başvuranların idareye karşı başvurusu konusuz
kalmıştır.
119. Yargı kararlarının
uygulanmasına ilişkin olarak, Hükümet bunların yerine getirildiğini
savnmaktadır. Cargill şirketinin faaliyetlerinin 20 Ekim 2006’da durdurulduğunu
ve şirketin daha sonraki yasal değişiklik sonrasında faaliyete geri döndüğünü
açıklamaktadır.
2. Mahkemenin
Değerlendirmesi
a) Davaya
İlişkin Olan İlkeler
120. Mahkeme, bir yargı kararının icrasının, adil yargılanma
hakkının cihetlerinden biri olduğunu defaatle ifade etmiştir (Hornsby / Yunanistan, 19 Mart 1997, §
40, 1997-II, ve Simaldone /. İtalya, 22644/03, § 42, 31 Mart 2009). Aksi takdirde, Sözleşme'nin 6/1. Maddesinin sunduğu
güvenceler, herhangi bir faydalı etkiden mahrum kalacaktır. Vatandaşların etkili
bir şekilde korunması (ilkesi), Devlete veya organlarına kararı yerine getirme
yükümlülüğü yüklemektedir. Eğer Devlet kararı uygulamayı reddeder, ihmal eder
veya geciktirirse ; vatandaşın tüm yargılama süreci boyunca istifade
ettiği 6. madde güvenceleri varlık sebeplerini kaybedeceklerdir (Hornsby, § 41). Sonuç olarak, bir yargı
kararının uygulanması aşırı ölçüde engellenemez, geçersizleştirilemez veya
geciktirilemez (Bourdov / Rusya, 59498/00,
§ 34, AİHM 2002-III). Ayrıca hüküm kısmi değil tam ve eksiksiz şekilde
uygulanmalıdır (Sabin Popescu / Roumanie,
48102/99, §§ 68-76, 2 Mart 2004, ve Matheus
/ Fransa, 62740/00, § 58, 31 Mart 2005). Esasen, ulusal yargı tarafından bir defa kesin karar
bir verildiğinde, icra edilecek karar, hakkın sahipleri için mümkün olduğunca
hukuki güvensizlik ve belirsizlik yaratmamak amacıyla, kamu makamları
tarafından makul bir açıklık ve tutarlılıkla uygulanmalıdır (Apanasewicz, § 73).
121. Diğer yandan, hukuki güvenlik, kesin hüküm ilkesine, yani
yargı kararlarının kesin niteliğine saygıyı gerektirir (Brumărescu/
Romanya [BD], 28342/95,
§ 62, AİHM 1999‑VII). Filhakika, kesin kararların devamlı sorgulanması
ve tekrar tekrar iptal edilme olasılığı ile karakterize edilmiş bir hukuk
sistemi, Sözleşme’nin 6/1. maddesini ihlal edecektir (Sovtransavto Holding / Ukrayna, 48553/99, §§ 74, 77 ve 82, AİHM
2002-VII). Yargı kararlarının bu şekilde sorgulanabilmesi hem hakimler hem
yürütme organı üyeleri için (Tregoubenko /
Ukrayna, 61333/00, § 36, 2 Kasım 2004) hem de adli olmayan makamlar (Agrokompleks
/ Ukrayna, 23465/03,
§§ 150‑151, 6 Ekim 2011) için kabul edilemezdir. Bu ilkeden, ancak esaslı ve zorlayıcı
nedenlerin gerektirdiği durumlarda feragat edilebilir (Riabykh / Rusya, 52854/99, § 52, AİHM 2003‑IX).
122. Nihayet Mahkeme, görevinin, belirli bir durumda yetkililerin
Sözleşme'nin 6. maddesi kapsamında kendilerine yüklenmiş olan pozitif
yükümlülüklere uyup uymadığını incelemek olduğunu ve daha önemlisi yetkililerin
bir yargı kararının uygulanmasını temin etmek için başvurdukları tedbirlerin elverişli
ve yeterli olup olmadığını incelemek olduğunu hatırlatmaktadır. Pozitif
yükümlülüklerine riayeti temin etmek için elverişli ve yeterli bir yasal
cephane (arsenal juridique) ile mücehhez olmak
her bir Devletin yükümlülüğüdür (Apanasewicz,
§ 74).
b) Bu İlkelerin Somut Davaya Uygulanması
123. Mahkeme, görülmekte olan davada ihtilafın esas olarak, farklı
ölçeklerdeki imar planlarını değiştiren çeşitli idari işlemlerin ve
Orhangazi’de (Bursa) bir tarım arazisine bir nişasta fabrikasının kurulmasına
ilişkin idari izinlerin iptaline ilişkin olarak idare mahkemelerinin verdiği
kararların uygulanmasına ilişkin olduğunu belirtir. 26 Mart 2008’de bir kanun
değişikliği yapılmasının ardından, Bursa valiliği 21 Kasım 2008’de Cargill
şirketine yeni bir izin vermiştir (yukarıda paragraf 94), ve dosya
münderacatına göre fabrika hala faaliyet halindedir.
124. Mahkeme, fabrikanın 1998-2000 yıllarında inşaasının ve
devamında 2000 yılından itibaren faaliyetlerinin, çeşitli ölçeklerdeki imar
planlarının tadili ve bu değişikliklere dayanarak verilen idari izinler gibi
çeşitli idari işlemlere dayandığını gözlemlemektedir. Bununla birlikte, 12 Ocak
1999’dan beri devam eden iç hukuk yargılamaları sırasında (yukarıda paragraf
29), ulusal mahkemeler tarafından bu idari işlemlerin yürütülmesini durduran
bir çok ihtiyati tedbir kararının alındığı konusunda bir tartışma
bulunmamaktadır. Söz konusu işlemler daha sonra kesin olarak iptal
edilmişlerdir.
125. Mahkeme, yukarıda mezkur kararların fiilen uygulanıp
uygulanmadığı sorunu hakkında tarafların görüşlerinin farklılık gösterdiğini
belirtmektedir. Hükümete göre, tesisin faaliyetleri 12 Ekim 2006’da kesintiye uğramış
iken, başvuranlar ancak 2000 yılında sadece 45 günlüğüne durdurulduğunu
savunmaktadırlar.
126. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 21 Kasım 2009 tarihli kararında,
söz konusu kararların usulüne uygun olarak/gerektiği gibi uygulanmadığını
tespit ettiği için, Mahkeme bu ayrılık üzerinde durmanın gerekli olmadığını
düşünmektedir (yukarıda paragraf 78). Yüksek yargı, söz konusu yargı
kararlarıyla ilgili yetkililerin davranışlarını ayrıntısıyla inceledikten
sonra, Başbakan’ın, Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın ve Gemlik Belediye
Başkanı’nın imkanları varken idare mahkemelerinin kararlarını
uygulamadıklarının sabit olduğu sonucuna varmıştır. Bu sonuca varırken
özellikle şu değerlendirmede bulunmuştur :
« İdare
mahkemelerinin kararları kesinleşmeden önce ve sonra, başvuranlar, bu
kararların uygulanmasını sağlamak için yetkili makamlara yazılı ve sözlü
ihtarlarda bulunmuşlardır. İdare hukukunun genel ilkeleri uyarınca, bir idari
işlemin iptali bu işlemin hiç doğmamış gibi kabul edilmesiyle sonuçlanır. Ancak
mevcut davada yetkililer, yargı kararlarını takiben sorumlu oldukları görevlerini
yerine getirmemişlerdir. Nişasta
fabrikasının faaliyetlerini durdurmaları gerekirken, söz konusu kararların
uygulanması mahiyetinde olmayan resmi uyarılar göndermekle yetinmişlerdir. Fabrikanın
inşaası ve tesisi için gerekli izinleri veren Çevre ve Şehircilik Bakanı, söz
konusu izinlerin geri alınması için harekete geçtiği izlenimini uyandıracak
hiçbir eylemde bulunmamıştır. Başbakanlığa bağlı Yüksek Planlama Kurulu bir
yatırım izni vermiş ve bu işlemin yürütülmesi mahkeme kararları ile durdurulmuş
olsa da, fabrika Başbakan tarafından bizzat imzalanmış bir mektupla, faaliyetlerine
devam edebileceği hususunda bilgilendirilmiştir. Benzer şekilde, bu mektupta,
mezkur işlemin ileride kesin olarak iptal edilmesi ihtimaline karşın,
fabrikanın faaliyetlerinin devam edebilmesi için idari ve yasal bir temel
sağlamak amacıyla yeni girişimlerde bulunulduğu anlaşılmaktadır. » (PARAGRAF 78’DE AYNISI VAR)
Mahkeme, alt mahkemeler için bağlayıcı olan ve Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun 439. maddesi uyarınca uymak zorunda oldukları (yukarıda
paragraf 104) yüksek yargının bulgularına katılmaktan başka bir şey yapamaz.
127. Ayrıca Mahkeme,
Hükümete göre 2007’deki kanun değişikliğinden önce verilmiş kararların
uygulanması hususunda artık alakasız olduğu için ve başvuranların idareye karşı
yaptıkları başvuru konusuz kaldığı için Hükümeti takip edemeyecektir (ne saurait par ailleurs suivre le Gouvernement).
Esasında Mahkeme, Bursa idare mahkemesinin 14 Mart 2008 tarihli kararıyla, 31
Ocak 2007 tarihli kanun değişikliği sonrasında verilmiş olan faaliyete devam
iznini de iptal ettiğini ve bu kararın 21 Mayıs 2015 tarihinde kesinleştiğini
gözlemlemektedir (yukarıda paragraf 90-91). Taraflar, bu kararın hiçbir zaman uygulanmamış
olduğuna itiraz etmemektedir.
128. Bu nedenle Mahkeme, 12 Ocak 1999’dan itibaren, Bursa
Valiliği’nin faaliyetlerine devam edebilmesi için Cargill şirketine yeni bir
izin verdiği 21 Kasım 2008’e kadar, idari yargı kararlarının gerçekten
uygulanmadığı sonucuna varmıştır.
129. 26 Mart 2008 tarihinde yapılan kanun değişikliğinden sonraki
döneme ilişkin olarak (5751 sayılı kanun, yukarıda paragraf 92), bu
değişikliğin Hükümet'in işaret ettiği gibi tarım dışı faaliyetlerde kullanılan tarım
arazilerinin durumunu düzenleme olasılığını ortaya koyduğu doğrudur.
Esasında Cargill şirketi, 21 Kasım 2008 tarihinde bu yeni kanuna dayanan, daha
sonra Anayasa Mahkemesi tarafından onaylanmış olan (yukarıda paragraf 92-99)
bir izin elde etmiştir.
130. Mahkeme, başvuranların buna karşı da idare mahkemeleri önünde
bir iptal davası açtıklarını gözlemlemektedir (yukarıda paragraf 95). Bu
nedenle Mahkeme, ne elindeki bilgilere göre ulusal mahkemeler önünde devam eden
bu yargı sürecinin sonucu üzerinde tahminde bulunmanın ne de bu kanun
değişikliğinin kesinleşmiş kararların uygulanmasını amaçlayıp amaçlamadığını
bilmenin gerekli olmadığı kanaatindedir.
131. Ancak Mahkeme, davanın özel şartlarında, Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu’nun yukarıda mezkur kararında (paragraf 78 ve 139) fabrikaya ilişkin
yatırım izninin ileri tarihteki kesin iptaline rağmen, Başbakan tarafından
imzalanmış ve Cargill şirketini faaliyetlerinin devamının sağlanması için idari
ve yasal bir temel sağlamaya yönelik olarak yeni girişimlerde bulunulmuş olduğu
konusunda bilgilendiren mektubu eleştirdiğini gözlemlemektedir. Söz konusu
kanun değişikliklerinden sonra fabrikanın faaliyetlerine bu yeni kanun metnine
dayanarak verilen yeni izinler temelinde devam edebildiği de anlaşılmaktadır.
Mahkeme, hukukun üstünlüğü ilkesinin temel unsurlarından birinin, mahkemelerin
herhangi bir uyuşmazlığa ilişkin verdiği kesin kararın bir daha
sorgulanamayacağı olduğunu hatırlatmaktadır (Brumărescu, § 61). Bununla birlikte, söz konusu değişiklik birçok
nihai yargı kararının etkisiz hale getirilmesi ve dahası, söz konusu kararların
uygulanamamasıyla sonuçlanabilecektir (karşılaştırın Gorraiz Lizarraga ve diğerleri, § 72).
132. Bu unsurlar Mahkemenin; ulusal makamların, uzun yıllar boyunca
kesin ve bağlayıcı bir çok yargı kararına riayet etmeye yönelik gerekli
tedbirleri almaktan kaçınarak, başvuranları etkin bir yargısal korumadan ve
Sözleşme’nin 6/1. maddesi hükümlerinin etkili şekilde uygulanmasından yoksun
bıraktığı sonucuna varması için yeterlidir. Sonuç olarak, mezkur hüküm ihlal
edilmiştir.
III. SÖZLEŞMENİN
2. VE 8. MADDELERİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
133. Başvuranlar, Sözleşme’nin 2.
ve 8. maddelerine dayanarak, Orhangazi’de bir nişasta fabrikasının inşaası ve
çalışmasına için verilen iznin yaşam hakları ile özel ve aile hayatına saygı
haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.
134. Mahkeme, söz konusu
fabrikanın faaliyetlerine devam etmesinin çevre üzerindeki kirletici etkileri
ulusal mahkemeler önünde tartışılmış olsa da, öncelikle ele alacağı konunun,
imar planlarının değiştirilmesi ve bu değişikliklere dayanarak verilen izinler
dolayısıyla yargı kararlarının uygulanmaması olduğunu başından beri mülahaza
etmektedir. Bu nedenle ve bu davanın olgularını, tarafların tezlerini ve
Sözleşme’nin 6/1 maddesi çerçevesinde formüle ettiği sonuçları göz önünde
bulundurarak Mahkeme, mevcut başvurunun ortaya çıkardığı temel hukuki sorunları
değerlendirdiği ve Sözleşmenin 2. ve 8. maddeleri kapsamındaki şikâyetlerin
kabuledilebilirliğini ve esasının incelenmesine gerek olmadığı kanaatindedir (Centre for Legal Resources on Behalf Valentin Câmpeanu / Romanya [BD], no
47848/08, § 156, AİHM 2014 ; ayrıca bakınız, mutatis mutandis, Gorraiz
Lizarraga ve diğerleri, § 75).
IV. SÖZLEŞMENİN
41. MADDESİNİN UYGULANMASI
135. Sözleşme’nin 41. Maddesi
uyarınca,
« Eğer
Mahkeme bu Sözleşme ve Protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili
Yüksek Sözleşmeci Taraf’ın iç hukuku bu ihlalin sonuçlarını ancak kısmen
ortadan kaldırabiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, zarar gören taraf lehine
adil bir tazmin verilmesine hükmeder. »
136. Mahkeme, başvurucuların
başvuru formlarında, Sözleşme ihlallerinden dolayı maruz kaldıklarını
düşündükleri manevi zarar karşılığında parasal tazminat almak istediklerini ve
ayrıca bazı masraf ve giderler için bir meblağ talep ettiklerini belirtmektedir.
Başvuru dilekçesinin komünike edilmesi esnasında başvuranların temsilcilerine gönderdiği
mektupta Mahkeme, yargılamanın daha erken bir aşamada verilen, başvuranların
adil tazmin temennilerine ilişkin bildirimin, incelemeler sürerken bu amaç için
bir "talep"te bulunmamayı telafi etmeyeceğini açıkça hatırlatmıştır.
Genel ilkeler ve konuya ilişkin yerleşik uygulamalar ışığında Mahkeme,
başvuranların yargılama usulünün başlangıç ve nizasız aşamasında muhtemel bir
parasal tazminat alma temennilerini bildirmiş olmalarının, Mahkeme İç
Tüzüğü’nün 60. maddesi anlamında bir « talep » olarak mütalaa
edilemeyeceğini belirtir (kararda anılan genel ilkelere bakınız: Nagmetov / Rusya [BD], 35589/08, §§
57-61, 30 Mart 2017). Ayrıca Mahkeme, 2010’dan beri daire önünde devam eden
yargılama çerçevesinde, başvurunun komünikasyonu aşamasında adil tazmin
« talebi»nde bulunulmadığına ilişkin bir itirazın mevcut olmadığını da
belirtir. Bu nedenle Mahkeme, başvuranlara bu bağlamda tazminat vermek için herhangi
bir neden olmadığı kanaatine varmıştır.
BU GEREKÇELERLE
MAHKEME
1. Oybirliği
ile, Sözleşme’nin 6/1. maddesiyle ilgili olarak Ali Arabacı, Ali Rahmi Beyreli,
Nadir Erol, Levent Gençelli, Mustafa Özçelik ve Yahya Şimşek’in başvurlarının
kabuledilebilir olduğuna karar vermiştir;
2. Oybirliği
ile, başvuranlardan Bursa Barosu, Doğayı ve Çevreyi Koruma Derneği, Eralp
Atabek, Fethiye Altıntaş, Kadriye Gökçadır, Burak Giray, Nezih Sütçü et
İsmail İşyapan, Nalan Bener, MM. Okan Dursun, Niyazi Sinan Doğan, Erol
Çiçek, Şaban Cankat Taşkın, Lütfü Kirayoǧlu, Cumhur Özcan, Zeliha Şenay Özeray ve
Öznur Çiçek tarafından yapılan şikayetin kabuledilemez olduğuna karar
vermiştir ;
3. Yukarıda
belirtilen altı başvuran hakkında Sözleşme'nin 6/1 maddesinin ihlal
edildiğine ;
4. Altıya
karşı bir oyla, Sözleşme’nin 2. ve 8. maddeleri kapsamında yapılan şikâyetlerin
kabuledilebilirliğinin ve esaslarının incelenmesine gerek olmadığına karar vermiştir ;
5. Adil
tazminat talebini oy birliğiyle reddetmiştir.
Karar 19 Haziran 2018 tarihinde Fransızca yazılı
olarak hazırlanmış ve Mahkeme İç Tüzüğü'nün 77/2-3. maddeleri uyarınca 19
Haziran 2018 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir.
Stanley Naismith Robert Spano
Hukukçu Katip Başkan
Hukukçu Katip Başkan
Sözleşme’nin 45/2.
maddesi ve Mahkeme İçtüzüğü'nün 74/2. maddesi uyarınca, Yargıç Lemmens'in muhalefet
şerhi bu karara eklenmiştir.
R.S.
S.H.N.
S.H.N.
YARGIÇ
LEMMENS’İN KISMEN MUHALEFET KISMEN MUTABAKAT GÖRÜŞÜ
Sözleşme’nin 6/1. maddesinin ihlaline karar vermek için meslektaşlarımla
aynı yönde oy kullandım.
Ancak çoğunluğu, Bursa Barosu tarafından yapılan başvurunun kabuledilemez
olduğuna ve de Sözleşme’nin 2. ve 8. maddeleri kapsamındaki şikâyetlerin
kabuledilebilirliğinin ve esaslarının incelenmesine gerek olmadığına karar
vermeye yönelten gerekçelerle hemfikir değilim
Bursa Barosunun Mağdur Sıfatı
Çoğunluk, Bursa Barosu tarafından yapılan başvurunun kabuledilemez olduğuna
karar verirken şu iki gerekçeye dayanmaktadır: bir yandan söz konusu Baronun
kamu hukuku tüzel kişiliği sıfatı ve Sözleşme’nin 34. maddesi anlamında hükümetler
dışı örgüt olmaması (kararın 112. paragrafı) ve diğer yandan Baronun ilgili
ulusal kararların uygulanmamasından kaynaklanan hiçbir zarara maruz kalmamış
olduğu olgusu (kararın 113. paragrafı).
İlk gerekçe ile mutabıkım.
İkinci gerekçe açısından ise, bana Mahkeme’nin içtihadıyla tutarlı görünmemektedir.
Aslında Mahkemeye göre, Sözleşme’nin 34. Maddesi « mağdur » ifadesi
ile, Sözleşmenin gerekliliklerinin ihlalinin mevcudiyeti halinde zarar söz
konusu olmasa bile, ihtilaf konusu eylem veya ihmalden doğrudan etkilenen
kişiye işaret etmektedir (örneğin bakınız, Balmer-Schafroth
ve diğerleri / İsviçre, 26 Ağustos 1997, § 25, Brumărescu / Romanya [BD], 28342/95, §
50, AİHM 1999‑VII, ve Murray / Hollanda
[BD], 10511/10, § 83, AİHM 2016). Bursa Barosu tarafından açılan tazminat
davasının ulusal yargı tarafından Baronun herhangi bir zarardan mağdur olduğunu
ileri süremeyeceği gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi, bana
yerinde bir karar gibi görünmemektedir. Öte yandan, Baronun tüm idari
yargılamalarda taraf olması ve başvurusunun sadece bir davada kabul edilebilir
bulunması (kararın 28-37 paragrafları) ve diğer üçünde kabul edilemez bulunması
(kararın 14-27, 38-48, 49-56 paragrafları) daha yerindedir. Bu bulgu temelinde,
ilk yargılama hariç, Baronun kararların uygulanmamasından yakınamayacağı
söylenebilir. Ama yukarıda belirtilen
ilk gerekçe göz önünde bulundurulduğunda, bu fuzuli bir gerekçe olurdu.
Sözleşmenin 2. ve 8. Maddelerinin İhlali İddiasıyla Yapılan Başvurular
Başvuranlar, Sözleşme’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğine dair şikayetlerine
ek olarak, Sözleşme’nin 2. ve 8. maddelerinin de iddia edildiğini iddia
etmektedirler. İlk şikayet, kendi lehlerine verilmiş yargı kararlarının
uygulanmamasıyla ilgiliyken, diğer iki şikayet, nişasta fabrikasının inşaası ve
çalışması için izin verilmesinin yaşam haklarını ve özel ve aile hayatına saygı
haklarını ihlal ettiğine ilişkindir
Çoğunluk, « bu davanın olgularını, tarafların savlarını ve
Sözleşme’nin 6/1 maddesi çerçevesinde formüle ettiği sonuçları göz önünde
bulundurarak (…) [Mahkeme], mevcut başvurunun ortaya çıkardığı temel yasal
sorunları değerlendirdiği ve Sözleşmenin 2. ve 8. maddeleri kapsamındaki
şikâyetlerin kabuledilebilirliğini ve esaslarının incelenmesine gerek olmadığı
kanaatindedir » (kararın 147. paragrafı)
Meslektaşlarıma tüm saygımla, bu değerlendirmeyi kabul edemeyeceğimi beyan
ederim. Sözleşmenin 2. ve 8. maddelerin ihlal edildiğini iddia eden şikâyetler,
başvuru sahiplerinin çevrelerinde bir tesisin kurulması konusundaki itirazları
ile aynı esasa ilişkindir (kararın 127. paragrafı). Sözleşme'nin 6/1.
maddesinin ihlal edildiğine dair şikayet, bir o kadar önemli olsa da, sadece
prosedürle ilgilidir. Yetkililer, yasa koyucunun müdahalesiyle idari işlemleri
iptal eden kararları geçersiz kılmayı hedeflemişken, bu müdahalenin yanı sıra,
onu takip eden eylemlerin, yaşam hakkını ve özel ve aile hayatına saygı hakkını
koruyan daha üst dereceli standartlarla bağdaşıp bağdaşmadığı sorusu ise devam
etmektedir.
Bu halde, « temel hukuki
sorunlar » belki de 6/1 maddesi altında tetkik edilmiş olanlar değildir.
Kanımca, 2. ve 8. maddelerin ihlaline dayanan şikâyetler de öncelikle kabuledilebilirliklerine
ilişkin, daha sonra esaslarına ilişkin bir o kadar ciddi tetkiklere
layıktırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder