28 Ağustos 2018 Salı

AN(N)AN’IN PLÂNI "HÜSEYİN MÜMTAZ" (TUKISH-FORUM, 28 AĞUSTOS 2018-Salı) -Eski BM Genel Sekreteri geçenlerde öldü, toprağı hayli bol olsun…

AN(N)AN’IN PLÂNI-HÜSEYİN MÜMTAZ

AN(N)AN’IN PLÂNI
Hüseyin MÜMTAZ


Eski BM Genel Sekreteri geçenlerde öldü, toprağı hayli bol olsun…
Ölümüyle, Kıbrıs konusunda sağlığından fazla iş yaptı. Gece zifiri karanlıkta “tarafların” gözüne far yaktı, tavşanlar o dakka öylece kalakaldı.
Saflar bu vesileyle, eğer unutuldularsa; iyice açığa çıktılar, hatırlandılar.
CTP, referandum zamanında karşı çıkan CHP, Akıncı, Talât, Anastasiadis, Putin birbiri ardına taziye mesajları yayınladılar.
Çok üzülmüşler!
“Afrikalı, Ganalı” Annan, Kıbrıs meselesini o kadar iyi biliyordu ki kısa sürede ana metni ve yaklaşık 200 sayfayı bulan ekleri ile birlikte dokuz bin sayfaya ulaşan bir plan hazırlayarak 11 Kasım 2002’de taraflara sundu.
İki yıllık bir sürede her iki taraf da müzakereler ışığında plana itirazlarını ve taleplerini iletti, plan bu talepler ışığında gözden geçirildi.
Ancak iki taraf yine de uzlaşamayınca, “2004 Şubat’ında alınan bir karar uyarınca plâna son şeklini Kofi Annan verdi”, boşlukları doldurdu ve 24 Nisan 2004 günü plan kuzey ve güneyde referanduma sunuldu.
Allah Rahmet Eylesin; Saffet Anibal’ın döner tezgâhının başında hazırladığı her tabaktan sonra keyifle söylediği ”Yes be annem” sloganını “aşıran”lar sayesinde Türk kesimi yüzde 65 “evet”, Rum Kesimi ise yüzde 76 “hayır” dedi.
Rumlar; a) AB’ye alınacakları zaten önceden açıklandığı için ve b) Verilenleri az bulup daha fazlasını istediklerinden… “HAYIR” dediler.
Dolayısı ile referandum, Rumlar sayesinde, onlar hayır dediği için “kabul edilmemiş” oldu.
Denktaş Rumların “Hayır”ından sonra “Dualarım Rumların üzerine olsun” dedi.
Türk tarafında sadece DENKTAŞ ve UBP “HAYIR”cı idi. Serdar, partisini “serbest” bırakmıştı.
Tam beş BM Genel Sekreteri eskiten DENKTAŞ Annan’a neden “hayır” demişti?
“DEVLET KURAN SON TÜRK” DENKTAŞ; plan eğer kabul edilseydi Kıbrıs’ta Türk kalmayacağı için uluslararası bu Helenistik komploya karşı çıkmıştı.
Bakın ne diyor;
http://tuncayozkan.com/annan-planini-okumadi-3/
“Soru: Sizin dışınızda pek ses çıkmayınca, bir ulusal duruş olmayınca galiba sıkıntı da biraz oradan kaynaklanıyor.
Denktaş: Sıkıntının birazı değil, tamamı buradan kaynaklanıyor. Çünkü bize bu planı kabul ettirmek isteyen ABD, Desoto, AB bunlardan istifade ediyor. Ve halkı öyle bir kandırıyorlar ki sormayınız gitsin. İnsanlara zengin olacağız, bize AB kapıları açılacak, iş bulacaksınız bilmem ne diye, yalanlar ile insanları götürüyorlar. Bir şey vardı. Adam flüt çalarak, bütün çocukları toplar götürür… Aynı hal. Birisi bir kaval çalıyor ‘Annan Kavalı’, peşinden gençleri alıp götürecek. Biz ve insanlar uyandıkça da hem AB, hem de ABD öfkeleniyor. Boy hedefi haline getirildik. ‘Bu adamdan kurtulun, Kıbrıs meselesi halledilecek.’ Papadopulos diyor ki: Denktaş ile konuşmam! Seçimden sonra benimle konuşmak mecburiyetinde değil misin?
Soru: Muhalefet partilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Denktaş: Halkımıza verdikleri mesaj, ‘milli davamızda direnmeyin, egemenliğimiz için uğraşmayın, egemenlik de ne’ şeklinde. Mehmet Ali Talat, ‘Denktaş saçma sapan bir şey attı ortaya. Egemenlik de neymiş? Böyle şey istemeyeceğiz. Azınlığı kabul edin diyor’ halkımıza. ‘Hükümet gayri meşru, Cumhurbaşkanı gayri meşru, Meclis gayri meşru’ diyor. Televizyonda oluyor bu…
Soru: Adı ‘Annan’ olan Plan’ı, Koffi Annan’ın okuduğundan emin misiniz?
Denktaş: Hayır hiç okumadı!
Soru: Nasıl emin olabiliyorsunuz?
Denktaş: Annan’a da leke sürdürmem. Ben Utandt’tan bu yana her BM Genel Sekreteri ile çalıştım. En vicdanlı, hakikaten insan, hakikaten büyük yürekli ve soğukkanlı mükemmel bir adamdır; Annan’a büyük saygım var. Buraya geldiğinde kendisine Desoto’nun önünde bunu söyledim. ‘Bu plan sizin planınız değil. Adınızı verdiniz. Ama ben size bir şey söyleyeyim. Sizin planınız olsaydı. Benim halkımın yarısını göçmen yapan bir planı siz imzalamazdınız, kabul etmezdiniz’ dedim. Derhal döndü Desoto’ya ‘böyle mi yaptık’ kabilinden. Desoto, lafı geveledi. Annan, Desoto’ya ‘peki ne kadar göçmen olacak?’ diye sordu. Desoto, ’75 – 80 bin insan’ dedi. Orada anladım ki, Annan, kendi adını taşıyan planı ne okumuştur, ne de bilir içeriğini. Bilse, gerçekten yapmazdı. Bu seçimde tarafsız kalamazdım.
Soru: Bir seçmen olarak 14 Aralık’ta (KKTC Genel seçimi) oy atarken; neye göre, hangi fikre oy atacaksınız?
Denktaş: Muhalefet bunu, ‘Annan Planı ve Avrupa’ya Türkiye’siz AB’ye giriş için bir referandum’ haline getirmiştir. Ve beni de sahaya çekmişlerdir. Meclisi kazandıklarında, görüşmecilikten beni de alacaklar Annan Planı’nı imzalayacaklar. Kayıtsız şartsız imzalanabilecek bir şeydir diye. Dolayısıyla beni de seçime sokmuş oldular. Yoksa normal bir seçim olsaydı. Benim hiç taraf tutmamam lazımdı. Ama normal bir seçim değil. Devlet var burada. Ya var, ya yok devlet. Dolayısıyla ben devleti korumak yemini etmiş bir insanım Meclis’te. Devleti koruyacağım diye. Devleti alıp götüren bir anlaşmayı halkıma kabul ettirmek için bir savaş veriliyor. Bir hareket var. Onun için de ben tarafsız kalamam, kalamadım. Muhalefet Helenizm diyor. Dünya vatandaşlığı var. Ondan önce de bir megalomanlık var. ‘Biz Kıbrıslıyız’ falan… Sen nesin, Türksün. Biz niçin 1960’da hem biz hem Yunanlılar milli bayraklarımızla olacak diye ısrar ettik. Çünkü o bayraklar için savaştık. Sen, göğsünü gere gere ‘Ne Mutlu Türküm’ demiyorsan, sen nesin be kardeşim. ‘Kıbrıslı’ diye bir millet yok. ‘Kıbrıslı Türküm’ diyorsun, ‘Erzurumlu Türküm’ dediğin gibi. Türkiye’den ayrı bir Türk yok. 1571’de gelenler var. Onun devamı var. 1974’te gelenler olmuştur. Yani bir kan devamıdır bu”.
İşte DENKTAŞ budur arkadaşlar!
“Sen, göğsünü gere gere ‘Ne Mutlu Türküm’ demiyorsan, sen nesin be kardeşim. ‘Kıbrıslı’ diye bir millet yok” diyor göğsünü gere gere.
Peki, Talât ne diyor?
“Kıbrıs müzakereleri sürecinde Kofi Annan ile birçok kez masaya oturan dönemin Kıbrıslı Türk lideri Mehmet Ali Talât, ‘Annan döneminde Kuzey Kıbrıs’ta, Kıbrıs Türk toplumunda Denktaş’ın ekarte edilmesi sayesinde Kıbrıs Türk toplumunun evet sonucu çıkması, dünyanın Kıbrıslı Türklere yönelik olumsuz bakış açısını değiştirmiş oldu. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum”.
http://www.yeniduzen.com/kibrisli-turklere-bakis-acisini-degistirdi-105793h.htm
“Denktaş’ın ekarte edilmesi sayesinde Kıbrıs Türk toplumunun evet sonucu çıkması” diyor Talât.
“KKTC ilân edildiği gece evde üzüntümden ağladım” diyen Talât’tan da ancak bu beklenirdi.
Etrafınıza bakın… Annan’ın ölümü ile gözlerine far tutulup öylece kala kalan tavşanları hemen göreceksiniz. 27 Ağustos 2018

***
NOT: “74 sonrası ganimetin toplumu bozduğunu” söyleyip, “Çifte şilin borcu ödeyemeyip 74’den sonra zengin oldular” diye devam eden 80’lik Tahsin Usta’nın (Tahsin Özler) Lefkoşa Suriçi’ndeki dükkânına her gün halâ bisikletle gidip dülgerlik yaptığını da bir kenara çok dikkatle not edin lütfen.
www.yeniduzen.com/80lik-cinardan-ders-gibi-sozler-ganimet-bizi-bozdu-105973h.htm

16 Ağustos 2018 Perşembe

CAN ATAKLI "BÖYLE BİR MUHALEFET VARKEN ERDOĞAN’IN SIRTI YERE GELMEZ" - CANIMI SIKAN ŞEYLER: "MİLLİYETÇİ MUKADDESATÇI BİR PARTİ NEDEN PARASINI DOLARA YATIRIR"

CAN ATAKLI 
BÖYLE BİR MUHALEFET VARKEN ERDOĞAN’IN SIRTI YERE GELMEZ
Kabul etmek gerekir ki Erdoğan ne kadar olumsuz olursa olsun her olayı kendi lehine çevirmeyi çok iyi beceriyor.
Son bir kaç yılın kötü yönetiminin yol açtığı son ekonomik krizde de bu kural bozulmadı.
Erdoğan normal bir medeni ülkede “Artık dayanamaz” denilen bir girdaptanyine kurtulmayı başardı.
Ve yine bununla yetinmeyip bir de üste çıktı.
Bir hafta önce 4 lira küsur olan dolar fiyatının 6.5 lirada oturmasına duacı herkes ve bunun “olağanüstü bir başarı”olduğuna da inanılıyor.
Tabii Erdoğan'ın bu kadar “şanslı” olmasında muhalefetin de katkısını görmezden gelemeyiz.
Tamamen kendi kusuru nedeniyle girilen krizi Erdoğan o kadar iyi yönetiyor ki muhalefet partileri ünlü muhalif isimler neredeyse krizi kendilerinin çıkardığına inanacak ve özür dileyecek kıvama getirildi.
Erdoğan'ın “Türkiye ekonomik saldırı altında hepimiz aynı gemideyiz bir kurtuluş savaşı veriyoruz” söylemi muhalefeti çok etkiledi.
Bu etkinin rüzgarına kapılan ve halkın “bir istiklal savaşı verdiğini” zanneden muhalefet partileri ve kimi aydınlar“Vatan önemli kimin yönettiğine bakamayız güç birliği yapmalıyız” diyor.
Nedense akıllarına sorunun kaynağını araştırmak yapılan hataları sorgulamak akıl ve mantıkla ulaşılacak çıkış yollarını aramak gelmiyor.
Bunun yerine vıcık bir popülizme sapılıyor ve “Biz de vatanseveriz biz de ülkemizi seviyoruz” psikozuna giriliyor.
İktidar zaten yapılan hataların ortaya çıkmaması dış politikadaki fahiş yanlışların konuşulmaması için kendi kitlesinin adeta beynini yıkayan yayınlar yapıyor.
Pek akıllı olmayan muhalefet de sorgulamak yerine güya vatan aşkınıgöstermek için Erdoğan'a destek olmaya başlayınca hem yaşadığımız kriz gözden kaçırılıyor hem de Erdoğan tek adamlık yolunu adeta çelik ağlarla perçinliyor.
Ne diyeyim muhalefet böyle oldukça Erdoğan'ın sırtı asla yere gelmeyecektir.
Bİ SORALIM BAKALIM
CHP ENİS BERBEROĞLU İÇİN HAZIRLIKLARINI BİR TÜRLÜ BİTİREMİYOR

Ne zamandan beri dokunulmazlığı olduğu halde keyfi biçimde hapiste tutulan Enis Berberoğlu'nu soruyorum.
Burada yazdım Tele1 ekranlarından defalarca sordum.
CHP'ye de çağrı yaparak “Ayağa kalkmanız gerekmiyor mu?” diye sordum.
CHP'den gelen en son cevap tabii bana değil Gürsel Tekin'in açıklamasıydı.
Tekin “Enis Berberoğlu için hazırlık yapıyoruz” demişti.
Üzerinden bir hafta geçti.
Nasıl bir hazırlıktır bu?
Askeri operasyon için bile bu kadar uzun süre hazırlık yapılmıyor.
Merakla bekliyorum bu kadar hazırlığın ardından ortaya nasıl bir eylem planıçıkacak?
CANIMI SIKAN ŞEYLER
MİLLİYETÇİ MUKADDESATÇI BİR PARTİ NEDEN PARASINI DOLARA YATIRIR

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Yastık altındaki dövizlerinizi altınlarınızı bozdurun ekonomiye katkınız olsun”deyince MHP de döviz hesabını bozdurmaya karar verdiğini açıkladı.
Şaşırmamak elde değil.
Türkiye'yi yönetmeye talip bir “milliyetçi- mukaddesatçı” bir parti meğer parasını yabancı para ile koruma altına almış.
Erdoğan'a daha şirin gözükmek için kahramanlık yapmaya soyununca bu gerçeğiTürk halkı da öğrenmiş oldu.
Bilmiyorum size de tuhaf geliyor mu?
Dünyada başka bir ülkenin siyasi partisi var mıdır ki kendi parasına güvenmeyipyabancı para biriktiren?
Milliyetçilik lafta işte.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLERPATRONLAR İHRACAT YAPMAK YERİNE MALLARI DEPOYA KİLİTLİYORMUŞ
Amerikan elektronik mallarına boykot kararı alan Erdoğan iş dünyasının bir sırrını da ifşa etti.
Patronların ihracat yapmadığını ilan eden Erdoğan tetikçilere cevap vermek için herkesin işine dört elle sarılması gerektiğini anlattı.
“İş dünyamıza sesleniyorum. Daha çok üreteceğiz daha çok ihraç edeceğiz. Depoları kilitlemenin anlamı yok. İhraç ihraç ihraç” diyen Erdoğan kimi patronların üretimi askıya almayı düşündüğünü de belirterek “Çok ciddi yanlış yaparsınız” diyerek hepsini tehdit etti.
Erdoğan'ı dinlerken ister istemez patronların neden daha çok kazanmak yerine ihracattan kaçtıklarını ve depolara kilit vurduğunu çok merak ettim.
Tabii bir de herkesin almak için sıraya girdiği hangi ihraç malımız var onu da bulamadım. Yurt dışına mal satabilen satıyor zaten daha fazla müşteriyi bulan hiç bunu reddeder mi?
Tabii bu arada İPhone yerine Samsung kullanılmasını istedi Erdoğan. Bari Kore ile de papaz olmasak kullanacak telefon bulamayacağız yoksa.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
YAŞASIN BÜTÜN DÜNYA BİZİM YANIMIZDA

Dünkü yandaş medyanın tamamında “Dünyanın Amerika'ya karşı bizim yanımızda yer aldığı” haberleri vardı.
Düne kadar Erdoğan'ın her birine ayrı ayrı ayarlar verdiği ülkeler Türkiye'ye destek vermek için hazır olduklarını açıklıyordu.
Almanya Rusya Çin Pakistan İtalya Fransa Hollanda yanımızdaydı .
Dün de sormuştum Müslüman ülkelerden hala bir ses seda yok. Pakistandesteğini açıkladı o kadar.
Ancak merakım şu ki bu ülkelerden gelen destek ne demek oluyor ne yapıyorlar bize ne faydaları olacak?
Şu anda laf dışında destek yok.
Ama örneğin Almanya bu yılki alacağını faizsiz olarak bir yıl ertelerse işe yarar. Borçlu olan şirketler rahat bir nefes alır dövize talep düşer fiyat da aşağı iner o zaman.
Yine öğreğin Rusya bu yıl vereceği doğalgaza zam yapmama sözü verir ayrıca alacağını da bir yıl sonrasına bırakabilir.
Çin destek vermek için 20 milyar dolarlık yatırım yapacağını açıklar. Bu bile doların ateşini düşürür.
Kimi Müslüman ülkeler ise örneğin Katar bir kaç aylığına Türk bankalarında yüksek miktarda döviz hesabı açabilirler.
Kısacası lafla destek ilk başta psikolojik etki yaratır ama işe yaramaz. Eylem görelim eylem.
TOKMAK: ALLAH VE DOLAR!
Erdoğan “Onların doları varsa bizim de Allahımız var” dedi ya…
Amerika'da yaşayan Türklerden mesajlar geliyor:
“Eğer işin içine Allah'ı katacaksak bu konuda Amerikalılarla yarışamayız”diyor ve ekliyorlar:
“Bütün Amerikan dolarlarının üzerinde kanun gereği ‘in God we trust' ifadesi yazılıdır. Ne demektir bu? Türkçesi ‘Biz Allah'a güveniriz' demektir. Dünya üzerinde dolaşan milyarlarca Amerikan dolarının üzerinde bu yazı vardır. Allah'ı işe karıştırmamak gerekir!”
Evet dolarların üzerinde “Biz Tanrı'ya güveniriz” yazılıdır. Bu ifade ilk kez 1864 yılında 2 centlik madeni paralar üzerine basılmış 1956 yılında çıkarılan bir kanunla bütün kâğıt paraların üzerine konulmuştur.
Ben “in God we trust – Biz Allah'a güveniriz” ifadesini başka türlü yorumluyorum.
Amerikalılar bu ifadeyle “Bizim dinimiz-imanımız paradır” demek istiyorlar. Doların gücüne inanıyor paraya tapıyorlar!
Trump gibi uçuk liderlerin başını çektiği Amerika doların gücüne güvenerek “Dünya kabadayısı” pozlarına bürünüyor. ABD'nin şımarıklığının sebebi budur!
RIFAT SERDAROĞLU: ORTAK TAVIR (1)
Dede Korkut Atamızın “Oğuzname” adlı eserinde hikmetli sözleri vardır.
İki örnek verelim;
-Adam odur ki kişinin ayıbını yüzüne diye araya vasıta koymaya! Er tavrı açık gerek kaş ile göz saçık gerek…
-Kindar olan dindar olamaz…
Yani kadim Türk geleneği diyor ki;
Eğer adamsan eleştirdiğin kişinin yüzüne konuş arkasından konuşma araya başkalarını koyma gözün başın oynamasın. Bunu yap ki sana adam diyelim.
Birde sen kinini frenleyemiyorsan yeri geldiğinde unutamıyorsan elindeki emanet olan devlet yetkilerini kinini kusmak intikam almak için haksız yere kullanıyorsan sen asla dindar olamazsın. Bağışlamasını bilmeyen dindar olamaz…
Ben yıllardır ülke yönetimi hakkındaki görüşlerimi açıkça yazarım. Siyaset veya Devlet görevlisi olan kişiye hakaret etmeden onu eleştiririm.
Her yazım yüzbinlerce kişi tarafından okunur.
Bazıları mahkemeye verir bazen işgüzar Savcılar “Görevli Memura Hakaretten” dava açarlar ben de mahkemeye gider savunmamı yaparım. Ben giderim ama beni mahkemeye verenlerden bir tanesi bile gelmez! Avukatlarını gönderirler. Tazminata mahkûm oluruz öderiz çoğunda beraat ederiz. Şu an toplam 34 ay 10 günlük mahkûmiyetim var. Yargı süreci devam ediyor!
Yani yaptığım her şey açık ortada kayıtlarda!
Son yazılarımdan birini Sayın Emin Çölaşan köşesine taşımış. Sayın Çölaşan’a çok teşekkür ederim. Yazıda yaşamakta olduğumuz ekonomik krizin ve ekonomik çöküntünün “Tek Sorumlusunun Erdoğan” olduğunu yazmıştım.
Çok sayıda mail aldım.
AKP’de akıllı adam kıtlığı olduğundan “trol” denen köpeklerini insanların üzerine saldırtırlar. Bu abdesthane bardaklarının zerrece hükmü yoktur.
En sonunda sahiplerine bulaşırlar ve belalarını bulurlar.
Bazı iyi niyetli okurlarımız ise;
“Rifat seni içeri atacaklar senin işin gücün yok mu ne uğraşıyorsun bunlarla senden başka yazan mı var? Başını derde mi sokmak istiyorsun” diye dertlenirler!
Bazıları da bizimle toplum içinde görünmekten kaçınırlar ve arkamızdan
“Ne yapıyor bu yahu kahraman mı olmak istiyor ne” diye kendi beyinleri büyüklüğünde eleştirirler.
Gelin beraberce Cumhuriyeti Lâikliği Demokrasiyi Sosyal Hukuk Devletini savunma görevini kimden aldığımı kimin bana EMİR verdiğini kimin ADAMI olduğumu belirleyelim. Birbirimiz hakkında en ufak bir şüphe kalmasın kafalarımız rahat olsun. Çünkü önümüzdeki günlerde birlikte çok işimiz olacak.
Yarın da son günlerde bizlerden “Ülkenin zor günlerinde ORTAK TAVIR almamızı” bekleyen tarikat ve cemaat artıklarının bu taleplerine yanıt verelim…
Şimdiye kadar yapılan ve Türk Milleti tarafından kabul edilen Anayasaların BAŞLANGIÇ kısımları birkaç kelime değişikliği ile şöyle başlar ve şu şekilde sonlanır;
1924 Anayasası Başlangıç kısmı;
(Türk Vatanı ve ebedi varlığını ve Yüce Türk Milletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkılap ve ilkeleri doğrultusunda) diye başlar ve
Son Anayasamızın Başlangıç kısmı;
(Topluca Türk Vatandaşlarının milli gurur ve iftiharlarda milli sevinç ve kederlerde milli varlığa karşı hak ve ödevlerde nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve
“Yurtta sulh cihanda sulh” arzu ve inancı içinde huzurlu bir hayat talebi hakları bulunduğu;
FİKİR İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere
TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN demokrasiye aşık Türk Evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur) diye biter…
İşte benim yazma nedenlerimden en önemlisi budur.
Benim amirim de bana emir verebilecek tek merci de Türk Milletidir…
Bu güzel ülkenin insanları Cumhuriyetin Savcıları Yargıçları sivil ve askeri Bürokratları Türk Milletinin kendilerine verdiği bu emrin farkında olsalardı ve Anayasadaki görevlerini yapsalardı Türkiye bugün ne ekonomik olarak sıkıntıya düşerdi ne de Trump denen geri zekâlı birinin deneme tahtası olmazdı…
Ayrıca hepimiz şu bilinçten milim geri adım atmamalıyız;
Bizi yönetenlerin harcadıkları paraları biz yani Türk Milleti veriyoruz. İçtiğimiz suda yediğimiz ekmekte kullandığımız mazotta benzinde kısacası attığımız her adımda vergiyi bizler veriyoruz. Asıl bizleriz vekil onlar. Tabii ki hesap soracağız tabii ki yakalarına yapışacağız. Biz emanetimize sahip çıkacak kişileri seçtik. Onlar başımıza diktatör olsunlar diye değil. Güç Türk Milletinde.
Bizim başımızı derde sokacak bizleri üzecek yöneticileri anında alaşağı ederiz!
Eyy cahil AKP’liler;
Sizlere ORTAK TAVIR nasıl alınır hangimiz yanlış yerde duruyoruz kim kimin yanına gelmeli bunu da yarın anlatayım olur mu?
--
"INTERNATIONAL COVENANT ON CIVIL AND POLITICAL RIGHTS"
(Medeni ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme)
19'uncu maddeyi şöyle açıklar:
Herkes engel olmaksızın fikirlere sahip olmalıdır.
Herkesin ifade özgürlüğü hakkı olmalıdır; bu hak her türlü bilgi ve fikirleri sınır olmaksızın sözlü yazılı basılmış sanat veyahutta herhangi dilediği bir medya ortamıyla öğrenme alma ve verme hakkıdır.
2'inci bölümdeki haklar özel haklar ve sorumluluklar getirir. Bu doğrultuda bazı limitler kanunlar tarafıyla uygulanabilir:
a) Başkalarının haklarına ve şöhretine saygı;
b) Ulusal güvenlik halk düzeni veyahutta halk sağlığı ve huzuru.
20'inci madde de; şiddet propagandalarını yasaklar.
19'uncu maddenin üçüncü bölümünde belirtilen iki bend gerek monarşik gerek militarist gerek muhafazakar rejimlerin talepleri doğrultusunda eklenilmiştir.
ÜLKEMİZİN İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNÂMESİ TERCÜMESİNİN 19'UNCU MADDESİ ŞÖYLE DER:
"Her ferdin fikir ve fikirlerini açıklamak hürriyetine hakkı vardır. Bu hak fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek memleket sınırları mevzubahis olmaksızın malümat ve fikirleri her vasıta ile aramak elde etmek veya yaymak hakkını içerir. "
1982 ANAYASASI’NDA DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN GENEL ÇERÇEVESİ
1982 Anayasası’nda düşünce özgürlüğü ile ilişkili iki madde bulunmaktadır. Bunlardan ilki 1982 Anayasası’nın 25. maddesi olup; bu madde “Herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz”şeklindeki düzenleme ile ifade özgürlüğünü güvenceye almıştır. 25. madde düşünce özgürlüğü konusunda herhangi bir sınırlama sebebi düzenlememiştir.
Ancak 26. madde düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti başlığı altında “Herkes düşünce ve kanaatlerini söz yazı resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü radyo televizyon sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.
(Değişik: 3/10/2001-4709/9 md. ) Bu hürriyetlerin kullanılması millî güvenlik kamu düzeni kamu güvenliği Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması suçların önlenmesi suçluların cezalandırılması Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması başkalarının şöhret veya haklarının özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir. (Mülga: 3/10/2001-4709/9 md. )
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler bunların yayımını engellememek kaydıyla düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
(Ek fıkra: 3/10/2001-4709/9 md. ) Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil şart ve usuller kanunla düzenlenir” şeklinde düzenlemiş ve düşünceyi yayma ve açıklamanın bazı durumlarda kısıtlanabileceğini söylemiştir.
Anayasa’da yapılan değişiklikle daha önce 13. maddede sayılan genel sınırlama sebepleri kaldırılmış ancak oradaki sınırlama sebepleri 26. maddenin 2. fıkrasına eklenerek esas olarak düşünce özgürlüğünün geliştirilmesi için bir değişiklik meydana getirilmemiştir.
Temel hak ve özgürlükler konusunda kritik olan konulardan birisi de sınırlamanın sınırının ne olacağıdır. 2001’de yapılan değişiklikten önce sınırlamanın anayasal sınırı “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ölçütü iken değişikle birlikte 13. maddede “Temel hak ve hürriyetler özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar Anayasanın sözüne ve ruhuna demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. ” denilerek “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ölçütü dışında “öz güvencesi” “ölçülük ilkesi” ve “ laik cumhuriyetin gerekleri” gibi yeni ölçütlerle de sınırlamanın sınırı genişletilmiştir.
İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINDANYAPILAN SON DAKİKA AÇIKLAMASINDA
“Türkiye Cumhuriyeti Devletine yönelik; 15 Temmuz darbe girişiminin arkasındaki güçler tarafından gerçekleştirilen Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal barışını iç huzurunu birliğini ve ekonomik güvenliğini hedef alan ekonomik saldırılar kapsamında; bu amaca hizmet eder mahiyette her türlü yönlendirici haber yazılı ve görsel yayın operasyonel amaçlı sosyal medya hesapları ile birlikte ekonomik güvenliği tehdit içeren eylemlerde bulunan kişi ya da kişiler hakkında TCK’nın bankacılık Kanunu SPK mevzuatı ve ilgili kanun maddeleri uyarınca soruşturma başlatılmıştır.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur”
denildi.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının da benzer bir soruşturma başlattığı bildirilldi.
TÜRK CEZA KANUNU: 
SUÇTA VE CEZADA KANUNÎLİK İLKESİ
Kanun No. 5237 Kabul Tarihi : 26. 9. 2004
MADDE 2.
(1) Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz
Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz.
(2) İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz.
(3) Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz.
Suç ve ceza içeren hükümler kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.

9 Ağustos 2018 Perşembe

(akim kalmaya mahkûm atıl, hayali ve aykırı bir teşebbüs) ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE PARTİSİ "Habip Hamza ERDEM" - Yorum, eleştiri, katkı, inceleme, öneri ve değerlendirmeler: Zeki ŞAHİN, Gürbüz GÜVENDAĞ, Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN, Hüsnü MERDANOĞLU, Sevgin OKTAY, Ayla ÇOKBUDAK, Banu AVAR, Naci BEŞTEPE...

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE PARTİSİ!..
Bazıları, yine bir ütopya peşine düştü. (bilerek veya bilmeyerek) Memlekette kafaları karıştırıp, polemik yaratarak düşmanın ekmeğine yağ sürmek mi istiyorlar!..
1. ZEKI ŞAHİN (09 Ağustos 2018, zekisahin@yahoo.com
Sayın Gürbüz GÜVENDAĞ Bey,
Malum "referandum(!)" sonrası "seçim güvenliği" diye bir meselemiz kalmadı.
Ülke yanlış yönetiliyor. Ülkeyi bu duruma mahkum edenler önceden yönetenlerdir.
Allah yardımcımız olsun.

2. GÜRBÜZ GÜVENDAĞ (09 Ağustos 2018, <eTurkiyeyizBiz@googlegroups.com>:
Sayın Zeki Sahin Bey,
Seçimlerden sonra yorumumu yapayım.
i)Seçimler de oyların güvenliğini sağlıyacak tedbirler alınmadı. Zarfların üzerinde dijital numara yoktu, mühür yoktu. Oy kullananların parmak izi veya avuç içi izi alınmadı veya akıllı telefonlarla göz fotoğrafları çekilmedi. Özel hastaneler giden vatandaşların, parmak veya avuç içi İZLERİ ALINIYOR. 

İi)Tüm medya kaynakları, iktidarın elindeydi.
iii)Yüksek seçim kurullarında, seçime giren parti temsilcileri olmalıdır.
iv)Bugün, Ismail Nacar Bey le görüştüm. Elinde gazete kupürleri, Tapınak Rahipleri ile nasıl mücadele ettiğini anlatıyor. "Bey efendi, boşa konuşuyorsun" dedim. Tapınak Rahiplerine karsı duranlara saygı yok ki dedim.
v)Türkiye de cahil halk kanıyor. Nükleer santraller yapılacakmış. Türkiye de dünyanın en büyük Toryum Madenleri var ,bunla yapılacak Nükleer santraller daha güvenli. Dünya Füzyon enerjisine doğru ilerliyor. dha ilginci,sulu değil,Tuzlu nükleer reaktörler geliştirilmeye çalışılıyor. Hiç bir tarikatci,okusa üflese,2 hidrojen atomu ile bir Oksijen atomundan su oluşmasını değiştiremez. Halkımız seyhe değil ALLAH'A TAPMALIDIR.

GUR-bUZ
3. ZEKI SAHIN, zekisahin@yahoo.com
Çok Kıymetli Hocam, Sayın Anıl ÇEÇEN Beyefendi,
Maalesef, "Cumhuriyet Halk Partisi", işlevsel olarak, Bülent Ecevit'in CHP Genel Başkanlığı süreci ve sonrasında, "Cumhuriyetçi Aydın Sınıf" elinden alınarak, bir "avam partisi" biçimine sokulmak istenirken "Kürtçü ve Mezhepçi" bir "örgüt" haline getirilmiştir.
Bu partiyi bu halden kurtarmak - kanaatimce - kesinlikle mümkün değildir..
12 Eylül darbecileri bile, CHP'yi bu halden kurtaramadıkları için, CHP'nin İş Bankası Hisselerini iptal ederek MDP ile yola devam etmek istediler. Bugünkü CHP ile Kurucu İradenin Milletin tamamına şamil olarak kurduğu CHP'si ile taban tabana zıt bir ideolojinin temsilcisi gibi görünmektedir. Elbette bir efsaneye dayanılarak kurulması düşünülen partinin de, bugünkü topluma hitap etmediği açıkça görülmektedir. Esasen, rejim değişmiş, fiilen partiler ve parlamento rafa kaldırılmıştır. En azından siyasal hayata etkisi önemsiz hale getirilmiştir. Bu yeni duruma göre yeni siyasal stratejiler oluşturmak, parti kurmaktan da, bir partiyi yeniden formatlamaya uğraşmaktan da daha mühim bir mesele olarak önümüzdedir.
Saygı ile arz ederim. Zeki ŞAHİN

4. PROF. DR. ANIL ÇEÇEN, Anıl Çeçen <anilcecen@hotmail.com>
Sayın Habib Hamza Erdem, Atatürk'ün partisi varken ikinci bir Atatürkçü Düşünce Partisi kurmak düplikasyona yol açacaktır . Önemli olan Atatürk'ün partisinin Atatürkçü düşünce ve siyasete yönlendirilmesidir . Kuruluş ayarlarına dönecek olan Atatürk'ün partisi ülkedeki Atatürkçü düşünce boşluğunu da doldurarak , Türkiye cumhuriyetinin yeniden şahlanmasına giden yolu açacaktır . Atatürk'ün partisinin Atatürkçü olmayan üye ve yöneticilerden temizlenmesi gerekmektedir . O zaman Türk devleti bugünün koşullarında kendisinden beklenen verimliliği sağlayabilecektir . Mesajınıza teşekkür ederim .
Selamlar-anıl çeçen 
5. HÜSNÜ MERDANOĞLU
07 Ağustos 2018, 14:28-eturkiyeyizbiz@googlegroups.com
İyi niyetli önerilere teşekkürler.
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİNİN SİYASİ ORTAMA ÇEKMEK İÇİN DAHA ÖNCE O DÖNEMİN GENEL BAŞKANI TARAFINDAN PARTİ KURULDU.
ne o partinin ne de partiyi kuranların ortalarda olmaması, bu tür girişimlerin ne denli başarısız olduğunun kanıtıdır.  Bu konuda sayın Anıl hocanın önerinin daha yerinde olduğunu düşünüyor olduğum için öneriyi bir kez daha aşağıya alıyorum.
Ayrıca, Atatürk soyadı yasasının kabulünden sora yaklaşık 4 yıl "Atatürk" soy adını kullanmıştır. Ancak bir kez bile Atatürkçülükten söz etmemiş, "Kemalizm" deyimini kullandığı belgelerle sabittir. Bu konunu da bilinmesi gerekir.
Saygı ile Hüsnü Merdanoğlu
6. HABİP HAMZA ERDEM <habiphamza@gmail.com>
2 Ağustos 2018 Perşembe, Konu:ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE PARTİSİ
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE PARTİSİ
Habip Hamza ERDEM

Tam böyle olmasa da, bu anlamda ve bu çatı altında bir ‘Siyasal Parti’ kurulmalıdır diyorum.
Yani Atatürkçü Düşünce Dernekleri partileşmeye başlamalıdırlar artık.
Çünkü bu en kolay ve kestirme ‘yol’dan başkası kalmadı denilebilir.
Tüzüğü/programı yavaş yavaş oluşturulabilir.
Yavaş ve emin adımlarla; tartışılarak yani.
Ancak bazı olmazsa olmazlarının altı çizilebilir.
Öncelikle, nasıl ADD’lere üye olmak için herhangi partiye üye olup olmadığı sorgulanmıyor idiyse, bu kez çubuğu tersine büküp, herhangi bir partiye üye olanlar artık ADD’ler içinde görev alamaz olmalıdırlar.
Partili üyeler de, üye yenilemesi anında partiyle ilişiklerinin kesildiğini gösteren belgeyi sunmalıdırlar.
O kadarı yetmez, bir ADD’linin herhangi bir partiye ‘yakınlığı’ sezildiği anda, derhal disiplin kurulunca sorgulanmalıdır.
Çünkü, Atatürkçü Düşünce Partisi, varolan ve olacak partilerin birer ‘virüs’, ülkeyi batırmakta yarışan ‘lanetlik’ birer ‘tarikat’ olduğunu önkabul olarak koymalıdırlar.
Oralarda bilinen ve sevilen ve iyiniyetlerinden kuşku duyulmayanlar olsa bile, onlar da, lider-mider dahi olsalar, bu yandan medet ummamalıdırlar.
Varolan siyasal partilerin, programlarından vazgeçtik, ki çağdaş bir programlarının olmadığı söylenebilir, tüzükleri ile dinî tarikatların yazılmamış tüzükleri arasında zerre-i miskal fark yoktur.
Ya gerçekten Atatürkçüsündür, az-çok okumuşsundur, ya da eski askerler gibi fiyaka satmak için yeniden okuma gereği duymuşsundur ama yetmez.
Parti kurulur kurulmaz, var olan üyeler gerçek bir ‘Atatürk İlkeleri’ bazında yeniden eğitileceklerdir.
Ama, sonradan olma Atatürkçü’lere asla ve kat’a ders veya konferans verdirilmemelidir.
Bu sonuncular ve benzerleri yarım yüzyıl Atatürk anlatıp bir türlü anlayamamış olanlardır da ondan.
Kuşkusuz bu, kendiliğinden (spontane) gelişen ‘çözüm önerisi’ henüz çok hamdır.
Ancak geliştirilmesinden başka seçenek de görülmemektedir.
Süheyl Batum’un başkanlığında pekâlâ başlatılabilir.
Belki Ahmet Taner Kışlalı ve arkadaşları da ileride böyle olmasını düşünmüş olabilirler.
Ancak ne var ki, son birkaçı ve özellikle Tansel Çölaşan hanımefendi, orayı tam bir ‘çiftlik’ gibi yönetegeldi.
Zaman zaman otlaktaki koyunları/kuzuları ya da kaz ve tavukları, ah ne kadar da çoklar diye izlemekle keyiflendi durdu diyelim.
Bıraktırıldığı iyi oldu.
Sözü uzatmadan, içeride kırk yıllık ‘Dernekçi’ büyük ve küçüklerimizin söylenmelerine kulak asılmaması gerektiğini belirtelim.
Onlar da ipi sağa-sola çekmeye çalışacaklardır.
Hayır.
Tüm sapkın önerilere hayır denilmelidir başta.
Oturup, bakın bir öneri var üzerinde düşünelim denilmelidir.
Bu öneri herhangi bir öneri gibi değil, Türkiye’nin çıkmazına yönelik bir ‘önerme’ olarak ele alınmalıdır..
Son tümceden olarak, Türkiye’nin çıkmaza girme nedenlerinin başında varolan siyasal partiler ve yöneticileri gelmektedir.
Bunlar yeri geldiğinde Atatürkçü, yeri geldiğinde Abdülhamitçi, kimi zaman Marksist, kimi zaman Leninist, kimi zaman Hz Ali’ci, Ömerci, Osmancı, Maocu ya da Fetöcü, Suud bin Abdullahçı, Abdulah Gülcü ya da Dr Recepçi falan olmaktadırlar.
Ve her eylemlerinde herbirinden birer damla bulunabilmektedir.
Ancak hiçbir zaman, Genç-Türkçü, Kuvayı Milliyeci, Kemalist, giderek Atatürkçü herhangi bir ‘düşünce’ ve ‘girişim’leri olmamıştır.
Ya sap gibi Anıtkabir’de dikilirler ya da saman gibi altlarından su kaçırırlar.
Saman altından su yürütürler de denilebilir.
Şimdi Sap ve Samanı ayırmak zamanıdır.
Varolan tüm siyasal partiler ‘düşünce’ planında ‘iflas’ etmişlerdir.
Zaman ‘düşünce üretme’ zamanıdır.
Ne var ki, ‘düşün düşün yoktur işin’ türü bir düşünme değil, ama alafrangasıyla Teorik/Pratik ya da tam Fransızcasıyla Praksis olarak düşünme.
Düşünme ama düşünceyi hemen uygulamaya koyma.
Uygulamadaki gelişmelere göre yeniden düşünme ve ilah..
Haydi Atatürkçüler, çözüm önerisi çözüm önerisi diyordunuz, alın size bir ‘öneri’.
Ve ben bir adım öne atarak bu bir ‘önerme’dir diyorum.
Var mısınız yok musunuz?
Var olamak mı istiyorsunuz yoksa göz göre göre yok olmayı mı bekliyorsnuz?
Seçim sizin.
Habip Hamza Erdem
****
- 6 Ağustos 2018 Pazartesi-Habip Hamza Erdem
Konu: ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE PARTİSİ
Sayın Sevgin Oktay,
Kuşkusuz sizin gibi yüzlerce ‘Atatürkçü’ye tek tek yanıt vermem olanaksız.
İlk tepkilere çalakalem yazdığım bir yanıtı yazının yayımlandığı Dünya48.com sitesindeki haliyle ilişikte bulacaksınız. « Ben de Ahmet’i, Mehmet’i öneriyorum » yerine « Önce ben varım » demenizi beklerdim » ; Ve ben bu « İş » olacağını görüyorum.
Ama gelin, bizden öncekilerin yaptıkları gibi yapmayalım.
Gereği gibi yapalım ve tüm gerçek Atatükçüler bir olalım.
Selam ve saygılar
Habip Hamza Erdem

***
« Değerli arkadaşlar,
Atatürkçü Düşünce Partisi önerime gösterdiğiniz ilgiye peşinen teşekkür ederim.
Gerçekten de, Türkiye gibi, politika üretmeyi siyaset yapma sanan, birinde toplumun çıkarını kendi çıkarından üstün gören, ikincisinde ise kendi çıkarı için herşeyi göze alabilen bir ‘anlayış’ın egemen olduğu ülkede partileşme kolay olmayacaktır. Bu ikincisine, ‘partim emrederse papaz elbisesi bile giyebilirim’ diyen bukalemun türü ‘siyasetçi’ler örnek olarak gösterilebilir.
Bu partide ise her üye ‘İlke’lerin emrinde olacaktır. Ve parti emretti diye kimse papaz elbisesi giyme zorunluluğu taşımayacaktır. Kimsenin yeniden ‘ilke’ koymasına da gerek yoktur, çünkü Atatürk İlkeleri çoktan konulmuş ve henüz aşılamamıştır. Örnek olsun, ‘sınıfsız zümresiz kaynaşmış bir kitle’ olma hedefini ancak Mustafa Kemal gibi bir ‘politika dehası’ yüzyıl önceden formüle edebilirdi. Bu tümce, ‘ulusalcılık’ düşüncesinin, çoğu toplumbilimci tarafından henüz anlaşılamamış formülünden başkası değildir.
Demek ki, önce Atatürk’ün kendisi anlaşılmalıdır.
Kendisine ‘Atatürkçü’ diyen herkes ‘Atatürkçü’ değildir ve ortalık bu tür ‘sözde Atatürkçü’lerle doludur.
Semih beyin sözünü ettiği, bina/para/üye sorunu ise bence ikincil önemdedir.
Önce bir ‘karargâh’ gereklidir, ki ADD Genel Merkezi olabilir; sonra her ADD Şubesi bir ‘Atatürkü özümseme merkezi’ne dönüştürülecektir. Her üye bir nefer ve aynı zamanda bir komutan olmalıdır. Üyenin kendisi ‘Atatürkçü’ geçinip, eşi, çocukları ve yakınları, hâlâ, o sözde ‘düşünce özgürlüğü’ ya da sözde ‘demokratlık’ gereği başka bir kanıda olursa, üyenin kendisi henüz gerçek Atatürkçü olmamış demektir.
İşte bu gerçek Atatürkçü için, ne önder, ne para, ne pul ve ne de reklâm gerekli olmaz.
Bu üye, bu partili, Mustafa Kemal’in olmasını istediği ‘Cumhuriyet Yurttaşı’ olmuş demektir.
Sonrası kendiliğinden gelecektir.
Kuşkusuz, ben ve benim gibi düşünen arkadaşlarımız, hem iç sorunlarımızı yakından biliyoruz ve hem de karşılaşacağımız sorunları öngörebiliyoruz.
Ancak her işin, bir ‘ilk adım’ın atılmasına bağlı olduğu da bir gerçektir.
Benim önerim, bu ‘ilk adım’ın atılması üzerinedir.
‘Düzen’ ve hele çivisi çıkmış ‘Düzen’in ne partileri ve ne de partililerini geçelim, kendi ‘Düzen’imizin kuruluşuna yönelen bir ‘Parti’ye yönelelim diyorum.
Söyledim yineleyeyim; bizim ‘Düzen’imizin ‘ilke’leri ise bellidir.
‘İlke’lerimizi yaşama geçirelim diyorum.
Çünkü bu ‘ilke’leri savunmak yetmiyor, bizzat yaşamak gerekiyor.
Bu ilkeleri yaşayanları ise felek gelse durduramaz. »

***
Sevgin Oktay <Sevgin@oktayenterprises.com>
Güzel bir fikir. Ben ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE PARTİSİ için Sayın Ertürk Türker’i teklif ediyorum.
S. Oktay

***
Ayla Çokbudak
Sent: Saturday, August 04, 2018 10:00 AM
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE PARTİSİ
Sayın Habip Hamza Erdem’in bu görüşü mutlaka değerlendirilmelidir. İlk defa böyle bir öneri yapıldı. Sayın Erdem’in yazdıklarına katılmamak mümkün değil. Kendilerine bu öneri için çok teşekkür ediyorum. Bu yazıyı mümkün olduğunca dağıtacağım ve bu grupdaki herkesin de dağıtmasını öneriyorum. Umarım bu dilek gerçekleşir.

***
BANU AVAR
banu avar, 07.08.2018 (Sal), 14:28- eturkiyeyizbiz@googlegroups.com
Saygılar Naci bey. Çok haklısınız.
Partiler üstü müdafaayi hukuk platformlarını güne uyarlamaya kafa yoralım❤️

***
NACİ BEŞTEPE
Naci bestepe <nacibestepe72@gmail.com> şunları yazdı (6 Ağu 2018 18:45):
Saygıdeğer Atatürkçüler, Atatürkçü düşüncenin partisi olmamalıdır. Parti belirli grupların ve belirli sayda kitlenin desteklediği siyasal örgüttür. Atatürkçü düşünceyi tüm Türk halkına öğretmek ve benimsetmek esas olmalıdır. Bu da partiyle olmaz.
ADD yönetimi partileşmenin veya partiye girmenin basamağı olmamalıdır. Güven sarsılır.
Sanırım bu düşünce içinde bulunduğumuz karanlık ortamın sonucudur. Ancak bu günler de geçicidir.
Atatürkçüler yılmayacaktır.
Saygılar.
Naci BEŞTEPE

8 Ağustos 2018 Çarşamba

"CUMHURİYETÇİ DEMOKRAT PARTİ'Yİ KURMANIN TAM ZAMANI" AKP ve Türkiye kapitalizmi "Ergin Yıldızoğlu" - Hem laik, cumhuriyetçi-demokratik, hem de antikapitalist muhalefet için, fark yaratmak açısından koşular çok uygun. Ne yazık ki bu koşuları değerlendirebilecek iradeler ortada yok. (Cumhuriyet, 06 Ağustos 2018 Pazartesi)

AKP ve Türkiye kapitalizmi

Ergin Yıldızoğlu
ergin.yildizoglu@gmail.com
Cumhuriyet, 06 Ağustos 2018 Pazartesi

AKP’de temsil edilen siyasal İslamın devleti yöneten (iktidardaki) sınıfının çıkarları ile Türkiye kapitalizmin çıkarları gittikçe daha fazla çatışıyor. Toplumun dağılmaya başlaması gerçek bir olasılıktır.
Türkiye kapitalizmi
(1) Türkiye kapitalizmi uluslararası sermayenin mal ve finans devrelerinin değerlenme alanı olarak (yerli sermaye sınıfları da -bunların birikim yaparak var olmaya devam etme koşulları- buna uygun olarak) şekillenmiştir. Sermaye birikim sürecinin devam edebilmesi için üretimin ve tüketimin sürmesi bunun için de dış kaynak (finans sermayesinin) girişinin devam etmesi gerekir.
(2) Bu şekillenme belli bir tüketim kültürü, eğitim biçimi ve düzeyi, alışkanlıklarıyla, arzularıyla, kendisine uygun bir insan tipi gerektirir. Kültür endüstrisi de bu insanı üretecek, medya da siyaseti (egemen kapitalist sınıfın öncelikleri temelinde) denetleyebilecek oranda “serbest” olmalıdır.
(3) Türkiye kapitalist-emperyalist sisteme bağımlı (uluslararası sermayenin kullanımına açık) bir ülkedir. İktidardaki sınıfların görevi, bu bağımlılığı ve düzeni korumak, yeniden üretmektir. Başaramazlarsa ülke çok ciddi bir toplumsal (ekonomik, siyasi, kültürel) krize, dağılma sürecine girmeye başlar.
Kısaca ekonomi...
AKP’de temsil edilen siyasal İslamın rantiye ve talancı ahbap çavuş kapitalizmi, her konuda karar sahibi olan, ekonomik süreçlere sürekli müdahale eden lider modeli, 1. maddede vurguladığım koşullarla uyumlu değildir: Bu model, neo-liberalizmin serbestlikler (sermayenin serbestçe çalışma koşulları –piyasa devleti vb... ) ve özel mülkiyet güvencesi gibi koşullarını ihlal etmekte, toplumsal artık-değerin gittikçe artan parçasına, üyeleri arasında dağıtmak üzere el koymaktadır.
Karşımızda sermaye birikim sürecinin içkin kriz eğilimlerini yönetmek yerine, kaynakları emerek ağırlaştıran asalak bir sınıfın yönetimi var. Döviz kurları, sermaye hareketleri, enflasyon ve ekonomik daralma (stagflasyon) eğilimleri Türkiye kapitalizminin çok sert bir krize girmeye başladığını, bu iktidarın bu krizi yönetmeyeceğini gösteriyor. İktidardaki sınıfın elinde tekelleştiğinden, denetleme kapasitesini tamamen kaybeden medya, yolsuzluklara/talana, ekonomik krize, toplumsal dağılmaya ilişkin haberleri yayımlayamıyor.
...kültür ve devlet
Uluslararası kapitalizmle bütünleşmiş Türkiye kapitalizminin üretim ve yeniden üretim koşulları, öncelikle üretim-teknoloji ve finansal hareketler alanında, dolayısıyla ölçme hesaplama, (matematik, fizik, kimya), iletişim, bilgi işlem alanlarında belli bir düzeyde eğitilmiş, duyarlılıkları uluslararası sermayenin, kültür endüstrisinin ürettiği tüketim normlarına uygun insanlar gerektirir. Bu iktidar, 16 yıldır izlediği, eğitim sistemini dincileştirerek, kendi iktidarını kalıcılaştıracağını düşündüğü insanı üretmeye çalışıyor. Bu çabalar, Türkiye kapitalizminin gereksinimi olan insanı üreten kurumları, bu yılın yerleştirme sınavlarının sonuçlarının açıkça sergilediği gibi, yıkıyor. İmam hatipler ise bu sınıfın arzuladığı işlevi, ilgiyi göremiyor. Ortada eğitimsiz ve işsiz, patlamaya hazır bir genç nüfus birikiyor.
Bir duyarlılıklar (laik, rasyonalist, hedonist, cinsel) sistemini yıkarken, yerine aynı işlevleri üstlenecek yeni bir sistem koyamamak, eğitim sistemindeki erozyon, kendini, toplumda günlük yaşamın dokusu içinde, özellikle kadına ve çocuklara (6 yıl gibi kısa bir sürede 100 binden fazla çocuğun kaybolması gibi), hatta hayvanlara yönelik şiddetin, silahlanmanın, cinayetlerin dayanılamaz düzeye ulaşması olarakgösteriyor. Ülkenin yetişmiş gençlerinin, hatta kapitalist sınıfın üyelerinin ülkeden kaçışı hızlanıyor. Böylece toplumun dokusu giderek çözülüyor. Türkiye kapitalizmi, toplumsal zeminini hızla kaybediyor.
Bağımlı devlet dinamiğine (3) gelince kendi sınıf çıkarlarını koruyabilmek telaşıyla içeride, giderek rıza alma kapasitesi zayıflarken (kendi insanını üretemiyor, “pasta küçülüyor” iç çelişkileri derinleşiyor), simgesel ve fiziki şiddete daha çok başvurmak zorunda kalan totaliter bir devlet şekilleniyor. Dışarda birbirini, izleyen fiyaskolar, Türkiye kapitalizminin uluslararası ilişkilerini bozuyor, kaynak akışını etkiliyor.
"CUMHURİYETÇİ DEMOKRAT PARTİ'Yİ KURMANIN TAM ZAMANI"
Hem laik, cumhuriyetçi-demokratik, hem de antikapitalist muhalefet için, fark yaratmak açısından koşular çok uygun. Ne yazık ki bu koşuları değerlendirebilecek iradeler ortada yok.

3 Ağustos 2018 Cuma

Şimdi AKP'nin başkanı cevap versin: "Neden-niçin Emeklilere Bağlanan Bayram İkramiyesi "Adil ve eşit/SEYYANEN"de; Maaş Artışları "Adil ve eşit/SEYYANEN" Değil?.. Dahası: Bütün ücretlerde resmi enflâsyon oranında artış yapılırken; Mal ve hizmet zamlarında bunun kat be kat aşılmasına izin vermek insanlık düşmanlığı değil'midir?..

HAKSIZLIK (dinsizlik, Allah'sızlık) ALÇAKLIK VE KALLEŞLİK "HAK-HUKUK VE ADALET DÜŞMANLARININ İNADI; VAZGEÇİLMEZ VE AMANSIZ ŞİARIDIR"

29 HAZİRAN 2015 PAZARTESİ (İlk yayın tarihi & tc ınform)


"Yüzdeli zam en büyük haksızlık ve apaçık bir yolsuzluktur" Mustafa Nevruz SINACI

MAAŞ VE ÜCRET ZAMLARINDA KALLEŞLİK
Mustafa Nevruz SINACI
            Aslında mizacımız, yukarıdaki (kalleşlik: sözünde durmamak, döneklik etmek, alenen haksızlık ve gizlice, sinsice yapılan kötülük) kelimeyi ‘mutlak gerçeği ifade etmedikçe, konu bakımından zorunlu olmadıkça’ kullanmaya izin vermez. Fakat apaçık bir haksızlık karşısında dilsiz şeytan misali sessiz, sorumsuz ve tepkisiz kalmak; Çözüm üretmeden, alternatif öneriler sunmadan durmak; Yazar-çizer, münevver, Kanaat Önderi, ulema ve aydın kısmına yakışmaz. Zira “sorunlu toplum”un nedeni: Medeni cesaretten yoksun, onursuz, sorumsuz, ilmiyle amel etmekten aciz, zavallı ya da cahil, korkak, sünepe, dalkavuk, emir kulu ulema ve fukahadır.
Doğal olarak böyle bir toplumda insan hakları, adalet ve hukuktan da söz edilemez.
HAK, ADALET AHLÂKI VE HUKUKUN ÖLÇÜSÜ:
Hak kavramının Allah anlamına geldiğini, haksızlığın Allahsızlık-kâfirlik; Hüküm’ün, Hikmet bağlamında ilim-ahlâk ve fazileti zorunlu kıldığını; Hükümet’in eşitlik, hak (Hakkıdır Hak’a tapan Milletimin İstiklâl), (evrensel) hukuk ve adaleti uygulamaya memur: Her derece ve düzeyde adaleti fiilen sağlamaya görevli/mecbur olduğunu bilmek, bu bilinçle hüküm irsal etmek gerekir! Çünkü bütün evrensel değerlerin ortak noktası, odağı ve bileşkesi adalettir.  
            Evrensel gerçek, İlâhi, ilmî ve insani (fıtrat) hakikat şudur ki: Adil (adaletli, eşitlikçi, namuslu, dürüst, şeffaf ve demokrat) olmayan hükümetler meşru değildir. Milletler arası bazı temas, tedbir ve misillemeler hariç olmak üzere, devlette gizlilik olmaz. Gizlilik melânettir.   
            BU HAYATİ BİLGİ, İZAH VE GİRİZGÂHTAN SONRA!..         
            Her ne kadar birileri, mevcut hükümetin siyasi kanadı “Adalet ve Kalkınma Partisi” adının; Necmettin Erbakan avenesinin “Milli Görüş” savında görünür semere olarak tezahür eden “AK EVLER” projesine dayandığını ve “ne kadar millet, o kadar devlet” zihniyetinden kaynaklandığını ileri sürse bile., Ben yine de bu isimle müsemma olmak maksadıyla “Adalet ve Kalkınma” adının samimiyetle, bilinçle, icra amacıyla konulduğuna inanmak istiyorum.    
            Çünkü çoğu kez rastlantı sonucu, tesadüfen ve bilinçsizce verilen çocuk isimleri, pek önem arz etmese de; Kurumsal isimler her şekilde önemlidir. Anlamlı ve anlamıyla bütünleşik olmak zorundadır. Buna ilim, irfan, adalet ve fazilet erbabı, Lügât’lar, Türkçe Sözlük ve Türk Deyimler Sözlüğü’nde “ismiyle müsemma olmak veya ismiyle çelişmek” denilir!
            ŞİMDİ BAKALIM, HAL VE HAKİKAT NEDİR?  
Meclis’in seçim öncesindeki son gününde yapılan değişiklikle hayata geçen SSK ve Bağ-Kur emeklilerine seyyanen zam, temmuz ayında yürürlüğe girecek. Emekli maaşlarına önce yüzdeli enflasyon farkı zammı yapılacak. Ardından da maaşı bin liranın altında kalanlara seyyanen zam gündeme gelecek. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun seçimden önce açıkladığı ve Meclis’in son gününde acilen yapılan yasa değişikliğiyle hayata geçirilen SSK ve Bağ-Kur emeklilerine yapılacak maaş artış biçimi: “Önce, mevcut aylıklar” enflasyon farkı oranında arttırılacak. Bu artıştan sonra “bin liranın altında kalan aylıklara” 100 lira daha seyyanen zam yapılacak. 100 liralık eşit artıştan yararlanabilmek için, aylığın 950 liranın altında olması şart.
Davutoğlu Hükümetince çıkarılan yasa uyarınca, seyyanen artıştan SSK (4/a) ve Bağ-Kur (4/b) statüsündeki emekliler yararlanacak. Memur emeklisine seyyanen artış yok. Ancak, mevcut emekli aylıkları önce, her 6 ayda bir olduğu gibi enflasyon oranında artırılacak. Sonra bin liranın altında kalan aylıklara 100 lira seyyani artış yapılacak. Enflasyon farkı eklendikten sonra “bin liranın üstüne çıkan aylıklar” da 1.100 lirayı geçmeyecek tutarda ayrıca artırılacak!
Öncelikle ifade etmek gerekir ki; 2015 yılı Mayıs ayı itibarıyla Açlık Sınırı: 1.349 TL Yoksulluk Sınırı:, 4.395 TL olan ülkemizde ‘bin liranın altında emekli maaşı’ büyük utanç, enflâsyon (!) bahanesiyle maaşlara uygulanan “yüzdeli zam” ise; Bütün anlam ve unsurlarıyla haksızlık, insanlık dışı yolsuzluk, millete karşı ayıp, onursuzluk, sorumsuzluk ve küstahlıktır.
Hani ismiyle müsemma/adının adamı olmak nerede? “Adalet ve Kalkınma” adının bu hükümete göre anlamı ne? Halkı aldatmak, sömürmek ve süründürmek mi acaba! 18.5 milyon maaşlının tamamına “NEDEN VE NİÇİN” Seyyanen zam yapılmaz. Millet gerçeği bilmeli: “Bu devleti yönetenler; ‘ateşe tapan, putperest Nuşirevan kadar bile’ adil değiller mi yoksa!”
        ELEŞTİRİ; YORUM VE KATKILAR:
            1. Prof. Dr. Salih Ziya KONYALI: Kamuya her derece ve düzey memur ve müstahdem alımında zaten Kıdem, ehliyet ve liyakat gibi objektif kriterler/faktörler dikkate alınarak "farklı maaşlar" bağlanır. Atananın sahip olduğu kriterlere göre intibak ve intisabı yapılır. İntibakta zaten makul ve adil (?) bir fark vardır. Bundan sonra; Dönem itibarıyla kamu çalışanları ve tüm emeklilere bütçeden ayrılan tahsisatın çalışan ve emekli toplam sayısına (19.5 milyon) bölünüp, herkese eşit (seyyanen) maaş zammı verilmesi (ve maaşlar arasındaki norm ve standart birliğinin sabit oranlarla korunması) akıl, mantık, hukuk, ahlâk, kamu vicdanı ve adalet gereğidir. Zaten başka türlü, örneğin yüzdeli zam yapmak, başta Anayasa'nın eşitlik ilkesi olmak üzere, tüm insan hakları, insanlık değer ve ilkelerine aykırıdır. Sayın Yazar'a katılıyor, kutluyor, tebrik ediyorum. Dolayısıyla Hükümetin bu istem, uyarı ve bilimsel hatırlatmayı dikkate almasını; Sorumlu Sendikaların ise içinde bulundukları atalet, teslimiyet ve zaafiyeti terk ederek, bu istemin (eşitlik, hakkaniyet ve adaletin) uygulatılmasına öncülük etmelerini umuyor, istiyor ve bekliyorum.
2. MUSTAFA ALTINTAS (maltintas@gazi.edu.tr) 27.06.2015, Kime: Mustafa Nevruz SINACI
Sayın Sınacı, bu 19,5 milyon maaşlının durumdan fazla da şikayetçi olmadığının iki göstergesi var. Bunlardan ilki 7 Haziran'da AKP'ye verilen destek. İkincisi ise, bu haksızlıkların imzacısı sendikanın, en fazla üyeye sahip kamu emekçileri sendikası olmasıdır. Esenlikler.
            3. A. YÜCEL: Biz görsek de göremezsek de Efendimizin; “Bütün insanoğlu hata yapar, hata yapanların hayırlısı tövbe edendir” kavl-i şerifini biliriz ve hatırlarız. Bura da maksat Müslümanların günahını pazara çıkartıp saymak değil, onları hakka irşad edebilmek. Ama niyet genel prensipler üzerinden hayırlı hedefler için gayret etmek değil de, şer ittifaklarının düdüğü misali öten militarist yaklaşımlar acayip şeyler de söylettirir insana. Sayın Sınacı kırıp dökmezmiş, hem de hiç kırıp dökmezmiş. Biz onu o kadar yakın tanımak zorunda değiliz. Zira buradan da neleri kırıp döktüğünü görüyoruz. Biz Sayın Sınacının bundan önce de yazılarını okuduk. Nsıl kavmiyetçi merkezlerin kulu derecesinde sapkın efkarı tevzi eylediğini de biliyoruz. Eğer tövbe eylediyse, bilmek isteriz. Bu haiyle elini öpebileceğimiz ağabeylerden değil, asilerdendir diyebiliriz. Allah ıslah eylesin. Hayırlı ramazanlar dileriz.
4. N.KAVCAR: Ali Bey, Başkaları oldu mu, doğru tecrübe istiyorsunuz da, AKP'nin yanlışlarını niye görmüyorsunuz? Kaldı ki Sayın Sınacı hiç kırıp dökmez. Nk
5. ALİ YÜCEL: 26 Haziran 2015 19:14 Cuma tarihinde Ali YÜCEL <ali.yucel@ibb.gov.tr> şöyle yazdı: Sayın Sınacı bu ülkede Milletvekilliği de yapmış ve koalisyon bilgisi de olması lazım. Paylaştığı yazının son paragrafında Adalet ve Kalkınma ismine öykünerek kendince bir şeyler zorluyor. Adalet arayışı isimde mi olur, yoksa özde mi olur? Kendileri adalet ve insanlığa hizmet namına ne yapmışlar, hangi hakkı teslim etmişler ki, şimdi kelimelerle ortam badanası yapmaya tevessül edebilmektedirler? Adalet ve Kalkınma kavramlarını ithafen kullandıkları hedefleri, gerçekte onların da inkarlarına rağmen farkında olamadıkları bir adalet zemininde yaşadıklarını hissettirmiş olması lazım ki, “Adalet ve Kalkınma” kavramının tesirinde gaflet yaşıyorlar. Etme! Sayın Sınacı etme! Bu yaşınıza rağmen inadına değil de, yaşanmışlıklardan doğru tecrübeleriniz varsa, onları insanlarla tarafsızca paylaşsanız da hakka belki hizmet etmiş olsanız, kötü mü olur? Hakk kavramını da hakikati de altüst etmeyi adet mi edindiniz ki be Müslüman? Etme! Lütfen etme! Yakışmıyor. Her an ölüm gelebilir, biraz vicdanınızla muhasebeleşseniz, kötü mü olur? Yoksa yakışmaz mı size? Milletin birliğine hizmet eden bilgelikte olabilseniz, daha değerli olabilirsiniz. Ama şu halinizle hiç hoş görüntü vermiyorsunuz. Haberiniz olsun isteriz. Düşünseniz, anlarsınız. Herkese selamlar.