30 Ekim 2018 Salı

Erdoğan’a Karşı Yeni Bir Parti Cumhuriyetçi Demokrat Türkiye Partisi (Mehmet Arif Demirer)

M. Arif DEMİRER

Erdoğan’a Karşı Yeni Bir Parti Cumhuriyetçi Demokrat Türkiye Partisi
12 Mayıs 2014 Pazartesi

Geçen hafta CNN TÜRK’ün Tarafsız Bölge Programında CHP’liler partilerini tartıştılar. İletişim uzmanı, gazeteci, Melda Onur, CHP’nin halkla iletişim kurmakta sorunlar yaşadığını itiraf etti. Yerel yönetimlerden sorumlu genel başkan yardımcısı Gökhan Günaydın, sık sık rakamlar vererek 30 Mart seçim sonuçlarının başarısız olmadığını iddia etti. Ancak verdiği rakamlardan partinin % 21 ile % 28 arasında sıkışıp kaldığı anlaşıldı. Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin ise partinin hala daha seçmen adaylarını sol coğrafyada aramakta olduğunu açıkladı. Kendisini dinlerken ilk kez 1961, son defa ise 1991 yılında ziyaret ettiğim Sovyetler Birliği’nde sol felsefenin nasıl saman alevi gibi söndüğünü espirili bir olay ile anımsadım. 1961 yılında başta ABD olmak üzere kapitalist Batı’ya meydan okuyan Sovyetler Birliği’ni yakinen tanımıştım. Sovyet Rejiminin son günlerinde (Nisan 1991) Moskova’da otobüsle bir şehir turuna katılmıştım. Rehberimiz bir binanın önünde otobüsü durdurdu ve “Bakın, bu eski GOSPLAN binası. Eskiden bu binadan ekonomiyi planlamaya çalışırlardı” dedi, alay ederek. Sovyetler Birliği birkaç ay sonra yıkıldı, Berlin Duvarı’ndan iki yıl sonra. Bizim sosyal demokrat politikacılarımız politikada hala daha sol ve sağ coğrafyalarının var olduğuna inanıyorlar. Oysa artık sol da yok sağ da. Var olanlar ise çok farklı: Oy için ağırlıklı olarak dine yaslanan partiler ve politikacılar. Örnek: Erdoğan. Ne demişti, 13 Nisan 2013 gecesi? “Bizim her meselede yegane referansımız Kuran-ı Meciddir.” Oy için Cemaatlere göz kırpanlar, saygılı mesajlar gönderenler: Örnek tüm AKP’liler. Maddi çıkarları tehlikeye girince çark ederek ‘Paralel Devlet’ edebiyatına başladılar. Sanki çıkarlar aynı yönde iken bugün örgüt diye suçladıklarının devletin içinde yaptıklarını bilmiyorlardı? Oy ve mevki için gömlek değiştirir gibi parti değiştirenler, bugün AK dediğine yarın kolaylıkla KARA diyebilirler. Örnek: Soylu. 2009’a kadar DYP’li, Çiller yandaşı ve en son DP Genel Başkanı idi. Bugün bir zamanlar eleştirdiği AKP’nin Genel Başkan Yardımcısı. Bugün partileri yok olan Merkez Sağ politikacıları ile % 30’u bir türlü aşamayan CHP’liler eğri oturup doğru bir hesap yapmalı ve bir gerçeği (‘Yegane Referansı Kuran’ olan kişinin Türkiye Cumhuriyeti’ni geri dönüşü çok zor olan yerlere götürmekte olduğu) görerek Sağ – Sol söylemlerini bir kenara bırakıp Merkez’de yeni bir parti oluşturmayı düşünmelidirler. CHP, tarihinde bir kez olsun seçimle iktidar olamamıştır. Ancak Melda Onur’un itiraf ettiği bugün yaşanan iletişim sorunlarını Ecevit 1977 yılında % 41 oy alarak aşmış ona rağmen hükmet kurabilmek için Adalet Partisi’nden 11 milletvekili çalmak zorunda kalmıştı. Bugün için, 30 Mart seçimlerinde de görüldüğü gibi, CHP işlevini tamamlamış bir partidir. Demokrat Parti ve ardılları ise parti olarak yok olmuşlardır. 
CUMHURİYETÇİ DEMOKRAT TÜRKİYE PARTİSİ
Ancak seçmenleri hala daha AKP’ye oy vermemek için bir alternatif arayışı içindeler. İşte o alternatif, yeni bir parti, Cumhuriyetçi Demokrat TÜRKİYE Partisi olabilir. Bu sonuca nasıl vardım? Tarafsız Bölge programına katılan akıllı bir CHP’liyi, Muharrem İnce, dinleyerek. O programda Sayın İnce Yalova’da neler yaparak, CHP’nin % 5’lere kadar düşen oyunu % 44’e çıkardığını anlattı. Yaptıklarının özeti, Yalova’da CHP’yi de facto Cumhuriyetçi Demokrat TÜRKİYE Partisi’ne dönüştürmüş. Böylelikle CHP’nin oylarına DP oylarını da eklemiş. Bu kadar basit.

13 Ekim 2018 Cumartesi

Kanlı iktidar oyunu: Türkiye tarihini değiştiren 10 Ekim katliamının anatomisi "KEMAL GÖKTAŞ" DİKEN: Türkiye’nin yaşadığı en büyük bombalı saldırı 10 Ekim 2015’teki ‘Ankara katliamı' !.."

"Kanlı iktidar oyunu": Türkiye tarihini değiştiren 10 Ekim "Ankara Garı" katliamının anatomisi
KEMAL GÖKTAŞ
kemalgoktas@diken.com.tr / @kemalgoktas
Türkiye’nin yaşadığı en büyük bombalı saldırı 10 Ekim 2015’teki ‘Ankara katliamı’ 3’üncü yılında anılacak. (anıldı!..) 10 Ekim davasının dosyasında, Türkiye’nin kaderini değiştiren katliamla ilgili çarpıcı bilgi ve belgeler bulunuyor.

Türkiye, 8 Haziran 2015’te AKP’nin tek başına iktidarı kaybettiği bir sabaha uyanmıştı. HDP’nin seçim başarısı ve AKP’nin tek başına iktidar çoğunluğunu kaybetmesi, yeni ittifakların önünü açmıştı. 2013 başından beri devam eden çözüm süreci, iktidara beklediği oy artışını getirmediği gibi barışçıl atmosfer, Gezi’de olduğu gibi farklı görüşten insanların iktidar karşısında bir araya gelmesine yol açıyordu.

İktidar, çözüm sürecinin sonuna gelindiğine ilişkin sinyalleri seçimden önce vermişti. Seçimden sonra Suruç katliamı ve ardından hala karanlıkta olan Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi çözüm sürecinin bitirilmesi için yeterli malzeme vermişti. CHP ile yapılan koalisyon görüşmelerinin başarısız olacağı baştan belliydi ve ülke 1 Kasım’da yapılacak seçime hazırlanıyordu. Anketler iktidar partisi için parlak değildi, hatta 7 Haziran’ın da altında oy alacağı tahminleri yapılıyordu.

Yeniden başlayan çatışmalara karşı barış talebini güçlü bir şekilde ortaya koymak isteyen DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin çağrısı toplumsal bir karşılık bulmuştu. 10 Ekim’de Ankara’da düzenleneceği açıklanan mitinge katılım için ağırlıklı olarak CHP ve HDP tabanının oluşturduğu yüz binler yollara düşmüştü.
‘Marjinaller olay çıkarır’
Dönemin Ankara valisi Mehmet Kılıçlar, mitingle ilgili 14 Eylül 2015’te yapılan İl Güvenlik Koordinasyon Kurulu toplantısında dönemin emniyet müdürü Kadri Kartal’a “Mitingin yapılmasında bir sakınca var mı? İzin verilmezse ne olur?” diye sordu. Bu soruya Kartal ve İstihbarat Şube Müdür Vekili Cihangir Ulusoy, “KESK’in organizesinde yapılan mitinglerde olumsuzluk yaşanmıyor. Yapılmaması halinde marjinal gruplar illegal olaylar çıkarabilir” diye yanıtı vererek mitingin yapılmasının önünü açtı. MİT ve jandarma da aksi bir görüş belirtmedi. Oysa 4 Haziran’da Diyarbakır’da, 20 Temmuz’da da Suruç’ta mitinglere yönelik bombalı saldırılar yapılmış, Ankara’daki mitingden önce de istihbarat birimlerinden en az 62 canlı bomba saldırısı uyarısı gelmişti. Buna rağmen mitingin yapılmasına izin verildi.

Garı korumasız bırakan saat değişikliği
Aynı toplantıda Kartal ‘toplantı için istenilen saatlerin 08.30-16.00 olması halinde yolların sekiz saat kapalı kalacağı ve trafikte zorluk yaşayan halkın tepkisine neden olabileceğini’söyledi. Bunun üzerine mitinge 12.00-16.00 saatleri arasında izin verildi. Oysa Sıhhiye Meydanı’na yapılacak yürüyüş saat 10.00’da gar önünden başlayacaktı. Saat değişikliğiyle gar önü on binlerce insanın toplanma saatinde güvenliksiz bırakılmış oldu. Nitekim canlı bombaların kendilerini patlattığı 10.04’de şehir dışından gelenler garın önünü doldurmuş ve bazı gruplar Sıhhiye’ye doğru yürüyüşe geçmişti.

Ankara dışından gelenlerin katıldığı bütün mitinglerde şehrin girişlerinde araçlar durdurularak arama yapılıyordu. Oysa katliamdan bir gün önce başlatılan yol uygulaması gece 12.00’de sonlandırıldı ve sabah 09.00’da yeniden başladı. Canlı bombaları Gaziantep’ten Ankara’ya getiren iki araç ise saat 08.30’da, yani yol uygulamasına ara verildiği saatlerde Ankara’ya girdi. Üstelik canlı bombaları taşıyan araçlar Adana’da durdurulmuş, ancak arama yapılmadığı için yola devam etmişlerdi.

Emniyet personeline ‘canlı bomba’ uyarısı
Mitingden önce polis birimlerine gönderilen Emniyet tedbir yazısında Diyarbakır ve Suruç patlamaları da göz önüne alınarak ‘bütün personelin öncelikle kendilerine yönelik olası canlı bomba konusunda duyarlı olmaları’ talimatı verildi.

Bu uyarıya ve mahkemeden gar önünü de kapsayan üst ve araç araması kararı alınmış olmasına rağmen gar ve çevresinde arama noktaları oluşturulmadı.

Nitekim alanda görevli 2 bin 44 polisten sadece 129’u 10 bin kişinin toplandığı gar çevresinde görevliydi. Patlama anında ise aar çevresinde sadece 76 polis vardı. Nitekim olayda yaralanan polis de olmadı.

Nokta istihbarat sümen altı edildi
14 Eylül’de İstihbarat ve Terörle Mücadele daire başkanlıklarından gelen bir istihbaratta adeta gar patlaması tarif edilerek ‘DEAŞ’ın yapmaya karar verdiği büyük bir eylem için seçtiği grubu Suriye’deki bir kampta özel eğitime aldığı, eylemin uçak-gemi kaçırma ya da miting- kalabalık yerde çok sayıda canlı bomba patlatma şeklinde olabileceği’ belirtildi. Bu istihbarat ilgili birimlere iletilmeden sümen altı edildi.

Ayrıca canlı bombalardan Yunus Emre Alagöz’ün eylem yapacağı ve bunun için ailesiyle helalleştiğine ilişkin istihbarat bilgileri ağustos ayının başından beri Emniyet’e geliyordu. Buna rağmen Alagöz, Suriye’den Gaziantep’e geçip oradan da 12 saatlik yolculukla Ankara Garı önüne gelip kendini patlattı. Dahası, IŞİD’in, Diyarbakır, Suruç, Ankara Gar ve İstanbul Taksim’deki saldırılarının talimatını verdiği belirlenen İlhami Balı saldırı emirlerini 2013 yılından beri dinlenen telefon hatları üzerinden veriyordu.

FETÖ’den soruşturulan polis müdürü
Müfettiş raporunda savunmasına yer verilen dönemin İstihbarat Şube müdür vekili Cihangir Ulusoy müfettişlerin ‘istihbarat bilgilerinin ve önceki terör eylemlerinin mitinge ilişkin önlemlerde neden değerlendirmeye alınıp alınmadığı’ sorusuna ‘Adana, Mersin, Diyarbakır ve Suruç’taki hedef kitlenin HDP bileşenleri olduğu, 10 Ekim mitinginin tertip komitesinde ise HDP bileşenlerinin yer almadığı’ karşılığını verdi.

Bu ifadenin aksine 10 Ekim mitingine en önemli katılım çağrısı 10 gün önce dönemin HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş’tan gelmişti. HDP’nin illerdeki teşkilatları da miting için çalışmalar yapmış ve miting öncesi otobüs kaldırmıştı.

Ulusoy, halen FETÖ ile ilişkisi olan bir şirket hakkında FETÖ bağlantısı olmadığı yönünde istihbarat düzenlemek suçlamasıyla yargılanıyor.

Failler sağ yakalanmadı
Katliamdan sonra açılan dava sanıklara 100’er kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesiyle sonuçlandı ancak yargılama süreci soru işaretlerini artıran gelişmelere sahne oldu.

Katliamın faillerinden Halil İbrahim Durgun, Yunus Durmaz ve Mehmet Kadir Cebael, soruşturma ve dava aşamasında yapılan polis operasyonları sırasında ya ‘kendilerini patlattı’ ya da öldürüldü. Müdahil avukatlarının katliamı aydınlatacak bilgiler verebilecek olan her üç zanlının da sağ yakalanma olanakları varken bunu yapmayan polis yetkilileriyle ilgili suç duyurusunda bulunulması talepleri reddedildi.

‘Canlı bombayı önlemek zor’
İhmali bulunan polislerin yargılanması gerektiğine ilişkin müfettiş raporuna rağmen valilik ve savcılık ‘Canlı bomba saldırılarını önlemek zor’ gerekçesiyle dosyayı kapattı. Dava sürerken mahkeme, avukatların talebi üzerine kamu görevlileriyle ilgili yeniden suç duyurusunda bulundu ancak savcılık daha önce bu konuda takipsizlik kararı verildiği gerekçesiyle dava açmayı reddetti.

Şarjı yok diye dijital materyaller incelenmedi
Dava sırasında bilirkişiler 147 GB boyutundaki dijital materyallere ilişkin ‘şarjının veya adaptörünün olmaması, imajı alınan disklerin bozulması, PIN kodunun olması, dizüstü bilgisayarların kırılmış olması’ gibi artık teknalojik olanaklar sayesinde kolaylıkla şılabilecek engeller ileri sürerek ‘inceleme yapılamadığını’ belirtti.

IŞİD’in Gaziantep sorumlusu olarak bilinen katliamın planlayıcısı Yunus Durmaz’a ait dijital materyaller içerisinde bulunan ve Suriye’de olduğu tahmin edilen kişilerle katliamdan hemen önce yaptığı e-mail yazışmaları ve video-fotoğraf gönderimleri ‘maillere girilemediği’ gerekçesiyle incelenmedi.

‘Kokteyl örgüt’ ve Gökçek’in üstün performansı
Gar katliamının faili IŞİD olmasına rağmen devlet yetkilileri‘kokteyl örgüt’ tanımı yaparak PKK ve DHKP-C’nin de eylemde rolü olduğunu ileri sürdü. Bu konuda dönemin Ankara büyükşehir belediye başkanı Melih Gökçek ise alışılmadık bir performans sergiledi. Gökçek, katliamdan sonra televizyon televizyon gezerek HDP Şanlıurfa milletvekili adayı ve Özgür Gündem gazetesi yazarı Mehmet Serhat Polatsoy’u patlamayla ilişkilendirmeye çalıştı. Patlamadan sonra “Bombalar Ankara’da patlayacak” mesajının paylaşıldığı Twitter hesabının kullanıcısı olduğu iddiasıyla gözaltına alınan Polatsoy, hesapla ilgisinin olmadığı anlaşılınca serbest bırakılmıştı. Ancak hemen ardından Polatsoy 155’e yapılan bir ihbarla evinde patlayıcı sakladığı iddiasıyla gözaltına alındı. Polatsoy’a sorguda yazıları, sosyal medyada paylaşımları ve katıldığı yürüyüşler soruldu ve ‘patlayıcı madde bulundurma kuşkusu’ gerekçe gösterilerek tutuklandı. Polatsoy’a 10 Ekim’le ilgili herhangi bir suçlama yöneltilmemesine rağmen Gökçek bu tutuklamanın HDP’nin katliamdaki rolü olduğunu ısrarla ileri sürdü.

Anketlerin yönü değişti
Kokteyl örgüt ve Gökçek’in televizyon programlarındaki performansı, kamuoyunda katliamın arkasında PKK ve HDP’nin olduğu algısına yol açtı. Anketler halkın yaklaşık yüzde 40’ının patlamanın PKK veya HDP tarafından gerçekleştirildiğine inandığını gösteriyordu. Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu da seçime ilişkin bir anketi televizyon ekranlarından paylaşırken ‘patlamadan sonra oylarının arttığını’ söyleyecekti.

Nitekim, AKP, yeniden başlayan savaşın ve patlayan bombaların yarattığı dehşet duygusuyla gidilen seçimde yüzde 50 oyla tek başına iktidar oldu ve yeni partneri MHP ile birlikte ülkeyi ‘başkanlık’ sistemine taşımayı başardı. (KAYNAK: DİKEN-09/10/2018-Kemal Göktaş)

2 Ekim 2018 Salı

Geçmiş Olsun!... - Arzu KÖK -Geçmiş Olsun!... Tarih; bilimden, teknolojiden, savaştan veya ekonomin batmasından değil!... "Adaletsizlikten, ahlâksızlıktan ve insanlara yapılan insafsız zulümlerden dolayı yok olmuş nice medeniyetlere ve devletlere şahittir!..."


Geçmiş Olsun!... 
Arzu KÖK
Araştırmacı, Şair ve Yazar

Geçmiş Olsun!...
Tarih; bilimden, teknolojiden, savaştan veya ekonomin batmasından değil!... Adaletsizlikten, ahlâksızlıktan ve insanlara yapılan insafsız zulümlerden dolayı yok olmuş nice medeniyetlere ve devletlere şahittir!...

Türkiye siyaseti ise Atatürk sonrası kurumsallaşmaktan uzak kalmış, lider kültü ile toplumun algılarını pasifleştirmeyi başarmış, doğruluk, gerçek ve eşitlik gibi değerlerin içini boşaltmıştır. Toplumun adaletsiz düzene karşı kendi çıkarları uğruna gelişen duyarsızlığı insanlığı adeta utandırmaktadır.

Eğer zulüm bazı kesimler için had safhaya ulaşmışsa ve hâlâ bu toplumun bel kemiğini oluşturanların, ''Dur kardeşim seni ben seçtim!'' ''Ne için bana bu zulmü reva görüyorsun!'' ''40 yıldır bu savaş, bu teröristler neden bitmiyor!'' ''Bu annenin evladı nerede?'' gibi soruları, kendi seçtiklerine sorma cesareti gösteremeyen, “Hesap ver!...” diyemeyen bir halk artık tüm iradesini, yani ahlaki değerlerini kaybetmiş demek değil midir?

Zalime ortak olan, adaletsizliğe sessiz kalan, bana dokunmayan yılan bin yaşasın demese dahi, ''doğru bulmuyorum'' demekle yetinen, bir millet, bir devlet, bir siyasi parti ve en basitinden bir insan bile yok olmaya mahkumdur. Böyle bir durumda iradesini yitirmiş bir toplumun varlığından kesinlikle söz edilemez. Çünkü; İnsanı insan yapan, düşünceleri, sözleri ve kontrol edebildiği iradesidir. Ve insan, hak ettiği değeri, öncelikle adaletinden, sonra toplumsallaşma yeteneğinden dolayı alır.
Herkes bilir ki tarihin arka bahçesi bunların çöplükleri ile doludur…

Bir de böylesi toplumlarda ''kuru gürültü'' yapmaktan öteye gidemeyen muhalefet çok olur. Bazen de muhalefet işbirlikçi olur, bir anlamda stepne görevi görür.

Çöküşe yönelen toplumlarda en çok da yakın geçmişle de değil, uzak geçmiş ile övünme başlanır. Sanırsınız ki bir ihtiyarın gençliği ile övünüp, geçmişini araması... Tıpkı bugün Osmanlı’nın sürekli anılması... Yakın geçmiş bir kenara konularak, geçmişteki savaşlarla, katliamlar ile gurur duymaya başlıyorlar. Çocuklara anlatılıyor, gurur kaynağı olup sürekli yad ediliyor. Özlemi çekiliyor geçmişin.

Durum böyle olunca da felaket artık kaçınılmaz oluyor. Böylesi ortamlarda kaos ortamı oluşur, kaos ortamında despotlar kontrolü tereyağından kıl çeker gibi kolaylıkla eline alır. Çünkü insanlar böyle ortamlarda özgürlükten çok güvenliği tercih eder. Onlara güvenlik sağlamak vaadiyle var olan kurumların en büyük işlevinin aslında onları ''güvende olmadıklarına'' ikna etme araçları yaratmak olduğunu bilmezler.

Bilseler de artık bu durumu benimsemişlerdir. Varlıklarını koruyabilmek adına her türlü tutsaklığı kabullenmişlerdir.

Türkiye’de insanlar genel olarak ''obsesif kompülsif'' bozukluğunun bir üst evresine ulaşmıştır. Yani hasta olup, hayaller ile yaşamaktadırlar. Zira bir hayalin ve gerçek bir eylemin beynimizdeki etkisi çoğu zaman aynıdır. Bu nedenledir ki toplum olarak bizler, hayal kurmayı seviyor ve hayallerimizde bir ömür yaşayarak eylemsellik ilkesinin sorumluluğundan kaçabiliyoruz. Mücadele etmek yerine umut etmeyi, direnmek yerine teslim olmayı, özgürlük yerine düşlemeyi seçiyoruz.

Şöyle bir durup düşündüğümüz zaman, yaşamın hiçbir alanında; ne cinsel hayatımızda, ne ekonomik alanda, ne de sosyal ve inanç özgürlüğünüzde tam anlamıyla özgür değiliz. Yazık ki tek özgürlük alanı olarak bizlere beynimizde düşlediğimiz özel hayallerimiz kalıyor.
Hayallerde insanlar o kadar özgürler ki, ulaşamadığınız kişileri bile yatak odalarına atmayı becerebiliyorlar, sevmedikleri birini öldürebiliyor, bazen bir tecavüzcü, bazen bir katil, bazen bir kahraman, bazen de yardıma muhtaç bir zavallı olabiliyorlar... Hatta bir ülkenin yönetimini devirip, demokrasi bile getirdikleri oluyor… Bazen de öyle bir kahraman oluyorlar ki, çocukların bile hayalperestliğini aşabiliyorlar...
Bunun nedeni biraz da beyninizi tatmin ederek, sızlayan vicdanın acısına merhem olabilmek belki de. Zira bir hayal ile reel bir eylemin beynimize olan yansıması aynıdır. İste bu da bir hastalıktır.

Bu nedenledir ki hapishaneler tıka basa doluyken, meydanlar, alanlar bomboştur. Beynimiz tüm bu duyarsızlık karşısında üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmiştir. Ancak ne yazıktır ki bu hastalık genler vasıtasıyla nesilden nesile aktarılmaktadır. Bu salgın gibi yayılmaktadır. Ve bu salgının önü alınmazsa çöküş yakındır…

Hepimize “Geçmiş olsun!... Yarınlarımız bu günleri aratmasın!...” diyorum.
Arzu KÖK

1 yorum:
SANIRIM AMİN DEMEK DE BİZLERE DÜŞMEKTE.
SITKI SUNDAY ORUN