AKDENİZ BİRLİĞİ VE KIBRIS
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Yarım yüzyılı aşkın bir süre geçmesine rağmen, Avrupa Birliği tam olarak Amerika Birleşik Devletleri gibi bir büyük kıtasal federasyon çatısı altında birleşememiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nin karşısına bir Avrupa Birleşik Devletleri çıkarmak üzere harekete geçen Avrupalı ülkeler, yarım yüzyılı aşkın bir süre büyük çabalar göstermelerine karşılık bir türlü, tek ve merkezî bir otoritenin öncülüğünde bir araya gelememişlerdir. Fakat dünyayı yüzyıllarca sömürge imparatorlukları çatısı altında yönetmiş olan Avrupa’nın büyük devletleri, küresel merkez olmaktan vazgeçmemişler ama bir büyük kıtasal birliğin içinde erimeyi kabul etmedikleri için de Avrupa Birliği projesi fazlasıyla gecikmiştir. Gecikme ile beraber başka alternatifler ortaya çıkmış ve dünya konjonktüründe yaşanmakta olan hızlı değişim Avrupa Birliği’ne paralel başka önerileri ve girişimleri devreye sokmuştur. Bunların en başında da Akdeniz Birliği Projesi gelmektedir.
İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve İspanya gibi beş büyük sömürgeci ülkeyi tek bir birlik çatısı altında bir araya getiremeyen Avrupa Birliği projesi yavaş yavaş geride kalınca, Fransa, İtalya ve İspanya gibi Avrupa’nın Latin asıllı ulusları yeni bir birliği Akdeniz kıyısında aramaya başlamışlardır. Özellikle Anglosakson ve Yahudi ittifakına dayanan küreselleşme projesi bütün dünyayı sarsarken, başlarını küçük Avrupa kıtasına gömmek istemeyen Avrupa’nın Latin ülkeleri Güney Amerika’nın Latinleri ile bir araya gelerek küreselleşme karşıtı hareketleri başlatmışlardır. Bu tür girişimlerin sonucunda Brezilya merkezli bir anti küreselleşme akımı hızla gelişmiş ve bu harekete Avrupa’nın Latin ülkeleri de destek vermişlerdir. Latinler, Anglosakson ve Yahudi ittifakına karşı yeni bir alternatif çıkışı dünya düzeyinde örgütlerken, Avrupa Birliği geride kalmış ABD’nin karşısında denge sağlayıcı bir ağırlık oluşturamayınca küreselleşme karşıtı hareketler Latinlerin öncülüğünde Asya ve Afrika kıtalarına da yayılarak evrensel düzeyde yeni bir hareketin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu tür gelişmeler Avrupa içindeki çekişmeleri etkilemiş, Avrupa kıtasındaki bir büyük birliktelikle dünyada denge sağlanamayacağını gören İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya ve İtalya, eski sömürgelerine geri dönek yeni dönem küresel aktiviteleri örgütlemeye çaba göstermişlerdir. Avrupa’nın Latin asıllı ülkeleri bu aşamada daha fazla bir arada hareket etmeye başlamışlar, Cermenler ile Anglosaksonlara karşı yeni bir dayanışma oluşturarak dünya dengelerinde daha fazla etkili olabilmenin yollarını aramışlardır. Böylece Avrupa Birliği süreci tamamlanmadan, Avrupa kıtasını yeniden eski bölünmüş hâline geri dönmüştür.
Küreselleşme döneminde gündeme gelen Anglosakson-Yahudi ittifakının zaman içerisinde bozulması, Amerika Birleşik Devletleri’nde New York merkezli bir kapitalist dünya devleti yaratma projesini etkilemiş ve İngiltere ile İsrail, Amerikan devletini bu ülkedeki güçlü lobileri aracılığı ile kullanmak için yarışa kalktıklarında Avrupa Birliği’ni İngiltere bozmuştur. İngiltere’nin İsrail’in çıkarları doğrultusunda ABD’nin Ortadoğu’da savaşa kalkışması üzerine yeniden eski sömürgelerine döndüğü görülmüş, bunu daha sonra Fransa’da izlemiştir. İngiltere, Fransa ve İspanya gibi eski sömürgeci devletlerin dış dünyaya açılmaları üzerine de Almanya yeniden geleneksel doğu politikasına yâni Avrasya’ya yönelmiştir. Almanya’nın Balkanlar ve Rusya üzerinden Avrasya’ya yönelmesi üzerine de Fransa, bir Akdeniz ülkesi olarak Akdeniz’e ağırlık veren yeni bir yaklaşımı yavaş yavaş gündeme getirmiştir. İtalya, İspanya ve Portekiz gibi Latin ülkelerle giderek yakınlaşan Fransa, küresel patronlara karşı yeni bir alternatif küreselleşme arayışını sürdürürken, İsrail, Fransa’daki Yahudi lobisini kullanarak bir Macar Yahudisi’ni Fransız devletinin başına geçmesini ciddî bir Siyonist örgütlenme ile başarmıştır. Fransız devletinin Akdeniz Latinleri ile başlamış olan yakınlaşması, Sarkozy’in Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra daha da ilerlemiş ve Fransa’nın yeni Yahudi başkanı Ortadoğu’da İsrail’i kurtarmak üzere bir Akdeniz Birliği projesini ortaya atmıştır. Akdeniz’in Latinleri Cermenlere, Yahudilere ve Anglosaksonlara karşı bir araya gelirken, Sarkozy bu kez İsrail’i kurtarmak üzere Akdeniz Birliği ile gündemi değiştirmiş ve yeni bir açılımı Avrupa’nın güneyine taşımıştır.
Annesi Selanikli bir Sabetay olan Sarkozy aileden gelme bilgilerle Osmanlı İmparatorluğu’nu bildiği için başından beri Türkiye’nin Avrupalı olmadığını, Avrupa Birliği içinde eski Osmanlı uzantısı bir Türk ve Müslüman devlete yer bulunmadığını her fırsatta dile getirmiştir. Türkiye’yi Avrupa’dan uzak tutmak, İsrail’i Ortadoğu’da yalnız bırakmamak, dünya dengelerinde Almanya, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı daha etkili olabilmek amacıyla Fransa’nın başlatmış olduğu Akdeniz Birliği tartışmaları her açıdan yeni bir durum değerlendirmesini gündeme getirmiştir. Avrupa Birliği süreci küreselleşme döneminde kesilince, yeniden eski büyüklerin ulus devlet merkezli politik girişimleri başlamış ve bu durum da ciddî çekişmeleri beraberinde getirmiştir. Akdeniz Birliği önerisi, böyle bir aşamada aslında Avrupa Birliği’nin bittiğinin bir başka yönden açıklanması olarak da ele alınabilir, çünkü Avrupa Birliği oluşumunun ulus devletleri parçalamasını, kıtanın büyük devletleri kabul etmemişlerdir. Kopenhag Kriterleri’ne karış direnen kıtanın büyükleri, daha sonrada kendi merkezli politikalarını öne çıkarmışlardır.
Fransa’nın gündeme getirdiği Akdeniz Birliği’nin mümkün olup olmayacağı tartışılırken, konu Avrupa Birliği organlarında ele alınmış ve bazı devletlerin önermesiyle Akdeniz Birliği Projesi, bir alternatif olmaktan çıkartılarak Avrupa Birliği’ne bağımlı bir oluşama dönüştürülmeye çalışılmıştır. Yirminci yüzyılın sonlarında Barselona kentinde toplanan kongre ile başlatılmış olan Euromed Projesi daha genişletilerek öne çıkartılmış ve yeni dönemde bu projeye “Akdeniz İçin Birlik” adı verilerek konu Avrupa Birliği çerçevesinde kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Akdeniz’in kuzeyinde yer alan Hıristiyan Avrupa devletlerinin, Ortadoğu ve Afrika’nın Müslüman devletleri ile beraber bir denizin etrafında çevrelenmesi gerçeği dikkate alınarak, Avrupa Birliği’ne komşu olan Müslüman Akdeniz ülkeleriyle yeni bir tür birliktelik başlatılmak istenmiştir. Avrupa Birliği böylesine bir yaklaşım ile Fransa’nın ABD ve İsrail çizgisinde anti-Avrupacı bir Akdenizciliğe soyunması önlenmek istenmiş ve yeni dönemde Batı Bloku içerisinde yeni dengeler oluşturularak bölünmeler önlenmek istenmiştir. Bu yaklaşım, Avrupa Birliği’ne alternatif ya da bu birlikten tamamen ayrı bir Akdeniz Birliği’ni değil ama Avrupa Birliği’nin denetimi altında bir Akdeniz oluşumunu öne çıkararak Akdeniz’in sıcak sularında bir çatışmayı önlemiştir. Akdeniz Birliği Projesi’nin Avrupa kıtasına yeni sıkıntılar getirmesi önlenirken, Fransa ile yakınlaşan İsrail’in ABD destekli bir savaş çılgınlığına Doğu Akdeniz bölgesinde yönelmesinin önüne de geçilmek istenmiştir.
Türkçe karşılığı “Bizim Deniz” olan “Mare Nostrum” yaklaşımı Akdeniz kıyısında var olan bütün ülkelerle beraber bu denizin ortasında yer alan tüm adaları da yakınlaştırmayı ve bizim denizin etrafında birliktelik düzeni oluşturmayı hedeflemektedir. Roma İmparatorluğu’nun kurulduğu bu sıcak denizin çevresindeki ülkeler bir büyük birliktelik düşünülürken, dünyanın geleceğinde etkili merkez olabilecek yeni bir Roma İmparatorluğu düşü de kendiliğinden devreye girmektedir. Ortadoğu’da İsrail’in kurulmasıyla başlayan süreç içerisinde, yeni Roma İmparatorluğu düşleri de daha da gelişmiş, on bin kilometre öteden Amerika Birleşik Devletleri’nin İsrail’in öncülünde bir yeni Roma İmparatorluğu hedefine yönelmesi gerçekleştirilmek istenmiştir. Bu doğrultuda hareket eden siyasal merkezler, Akdeniz’i ele geçirmek için birbirleriyle yarışmışlardır. ABD ve İsrail ikilisi Fas’ın Rabat kentinde bir Ortadoğu Zirvesi toplayarak Akdeniz’e Müslüman ülkeler üzerinden bir yaklaşımı denerken, Avrupa’nın Hıristiyan ülkeleri de İspanya’nın Barselona kentinde bir zirve toplayarak Avrupa Birliği’nin kontrolü altında bir Akdeniz yapılanmasını Euromed Projesi ile gündeme getirmeye çalışmışlardır. Akdeniz Birliği bir anlamda Avrupa ve Amerika çekişmesinin ürünü olarak gündeme gelen alternatif proje olarak da kabul edilebilir.
Avrupa Birliği çıkmaza girerken gündeme gelen Fransa’nın Akdeniz Birliği açılımına karşı Almanya yeniden Ostpolitik adı verilen Doğu Politikası’na yönelmiş ve güneyde oluşturulmak istenen Akdeniz Birliği’ne karşı bir yeni Prusya-Rusya ittifakı gelecekte Kuzey Birliği oluşturacak biçimde gündeme gelmiştir. ABD bu kez böylesine bir Kuzey Birliği’ni önlemek üzere füze kalkanı sistemini geliştirmiş ve bunu Polonya ile Çek Cumhuriyeti’nin topraklarında Almanya-Rusya ittifakını önleyebilmek üzere öne çıkartmıştır. Rusya Doğu Avrupa ülkelerinde ABD’nin yeni bir füze kalkanı sistemine karşı çıkmış ve bu füzelerin NATO ülkesi olan Türkiye’ye kaydırılmasını resmen gündeme getirmiştir. Böylece Avrupa Birliği’nin dışında bırakılan Türkiye kuzey bölgesinde Almanya ile Rusya yakınlaşmasından doğan bir Kuzey İttifakı ile, güneyde Akdeniz’de gündeme gelen bir Fransa ve İsrail ittifakı arasında sıkışmıştır. ABD, Fransa ve İsrail’in içinde olduğu Akdeniz Birliği oluşumunu dolaylı yollardan desteklerken, kuzeydeki Prusya ve Rusya ittifakını önleyebilmek üzere füze kalkanı sistemini Polonya ve Çek Cumhuriyeti merkezli kurmak istemektedir. Türkiye, Avrupa Birliği’nin devre dışı kaldığı yeni dönemde böylesine iki yeni oluşumun tam ortasında kalırken, dış politikada giderek füze kalkanı ve Akdeniz Birliği baskıları ile karşı karşıya kalmıştır.
Fransa, Avrupa Birliği dışında Akdeniz Birliği Projesi’ne yönelirken, daha fazla Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail’e yakın politikalar izlemiştir. Türkiye’yi Ortadoğu’da İsrail’i koruyabilmek üzere bir şemsiye konumunda kullanmak isteyen Siyonizm ve Atlantik emperyalizmi, Türk devletini yeni dönemde daha da baskı altına alarak kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çaba göstermişlerdir. Ne var ki, Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan gelen birikim ve deneyimlerle, Türk kamuoyu değişen dünyadaki bu yeni durumları yerinde izlemiş ve hiçbir dış yönlendirmeye alet olmadan bir tartışma ortamı içerisinde yeni gelişmeleri değerlendirmiştir. Bu nedenle Türkiye’nin daha fazla Akdeniz Birliği içerisine çekilmesi doğrultusundaki baskılar sonuç vermemiş, Türkiye Cumhuriyeti yeni oluşumları gözleyerek bağımsız dış politikasını sürdürmüştür. Avrupa’nın bir kıtasal birlik olarak ABD’nin karşısına çıkamaması nedeniyle, yeni dönemde Amerika’nın karşısında yeniden toparlanan Rusya ağırlıklı olarak yer almaya başlamış ve Almanya destekli politikalarla Rusya, ABD ve İsrail saldırganlığına karşı bozulan dünya dengelerinde yeni arayışları sürekli olarak gündeme getirmiştir. Rusya’nın eski Sovyetler Birliği’nden kalma otorite boşluğu alanını doldurmaya başlamasıyla beraber ABD merkezli politikaların Akdeniz Birliği doğrultusunda İsrail’in çıkarları için tırmanmaya başladığı gözlenmiştir. Avrupa Birliği oluşumunun durgunluk içine girmesiyle beraber Akdeniz Birliği ve Kuzey Birliği oluşumları yeni dünya düzeninde dengeleri oluşturabilmek üzere devreye girmiştir. Kuzey’e karşı Güney Birliği’nin gerçekleşme alanı olarak Akdeniz seçilmiştir.
Almanya ile yakınlaşarak tarihsel Prusya-Rusya bloğunu oluşturmaya ağırlık veren Rusya Federasyonu, geleneksel dünya egemenliği politikası doğrultusunda Akdeniz’in sıcak suları hedefini daha da pekiştirmiştir. Bu nedenle Rus turistlerin eskisine oranla son derece fazla sayıda Antalya merkezli olarak Akdeniz kıyıların geldiği görülmüş, Ruslar Karadeniz’de tatil yapma alışkınlığından vazgeçerek Akdeniz’e doğru yönelmişlerdir. Rusların kızıl elmasının bulunduğu kent olarak seçilen Antalya her geçen sene daha fazla sayıda Rus turist ile doldurularak, İsrail’in Doğu Akdeniz’de Antalya-Kıbrıs-Tel Aviv arasında oluşturmaya çalıştığı bir hegemonya alanının ortasına girmek istemiştir. Ruslar stratejik olarak Antalya’da kümelenirken, Almanlar da Alanya’yı yeni yerleşim merkezi olarak seçmişler, birkaç yüz bin Alman Alanya’ya yerleşerek bu Akdeniz kentini küçük Almanya’ya dönüştürmek istemişlerdir. İsrail’in Doğu Akdeniz’de Kıbrıs üzerinden oluşturmak istediği hegemonya üçgenini kırmak üzere Ruslar Antalya’yı, Almanlar ise Alanya’yı hedef kentler olarak seçerek buralarda yerleşmeyi ve Akdeniz kıyılarında İsrail merkezli bir yeni Roma İmparatorluğu’nu önlemek, Rus hegemonyasındaki Kuzey İttifakı’na karşı bir güney girişimi olarak Akdeniz Birliği’ne izin vermemek üzere yeni yapılanmaları kendi gündemlerine oturtmuşlardır.
Türkiye yeni dönemde fazlasıyla sıkışırken, benzeri gelişmeler Kıbrıs’ta da ortaya çıkmıştır. Rusya, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin başkenti olan Güney Lefkoşa’daki elçiliğindeki beş bin resmî Rus görevlisini bir Ortodoks dayanışması içerisinde tutarken, adanın güney kısmının Batılı güçlerin Akdeniz hegemonyası doğrultusunda kullanmasına karşı çıkmakta, Rusya merkezli Kuzey Birliği’nin güney uç noktası olarak Kıbrıs adasını seçmekte ve bu adadaki güçlü yapılanmasıyla da Avrupa ya da Amerika merkezli yeni Akdeniz oluşumlarını önlemeye çalışmaktadır. Bu doğrultuda Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde Yunanistan kadar etkili olan Rusya eski soğuk savaş döneminden kalma Akdeniz’in en güçlü komünist partisi olan Akel örgütünü bir anlamda Rusya hegemonyasının temsilcisi olarak burada desteklemektedir. Avrupa Birliği’nin Euromed politikalarına, Fransa’nın ABD destekli Akdeniz Birliği girişimlerine ve İsrail’in Türkiye’yi yanına alarak oluşturmak istediği Doğu Akdeniz Birliği politikalarına karşı Rusya Almanya’nın desteği ile karşı çıkmakta ve Kıbrıs adası üzerinden Akdeniz Birliği girişimlerini önlemeye çalışmaktadır. ABD ve İsrail destekli Fransa’nın Kıbrıs’ın Baf kentinde bir askerî üs edinmesine de karşı çıkan Rusya’nın bir kuzey gücü olarak Kıbrıs adasının kendisine karşı bir güney birliğinin oluşumunda karşıt bir duruşu sergileyeceği, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde Akel partisinin öne geçmesiyle anlaşılmaktadır. Akel’in bir Rum partisi olarak görünmesine rağmen gerçekte Rus partisi olduğu, çeşitli gelişmelerle açıklığa çıkmıştır. Kıbrıs’ı Akdeniz hegemonyası için kullanacak Batılı güçlerin bir Doğulu gücün desteğindeki Akel partisini karşılarında bulacakları anlaşılmaktadır.
Babası Macar Yahudisi annesi Selanik Sabetayı olan, Yahudi asıllı bir Fransız vatandaş, Fransa gibi bir büyük ülkede, uluslararası Siyonist lobilerin desteği ile cumhurbaşkanı seçilmiştir. Dünya devletinin güdümündeki küreselleşme hareketi Avrupa Birliği’ni teslim alınca, yeni Avrupa Anayasası tam anlamıyla küreselleşme uygun bir çizgide hazırlanmıştı. Zaman içerisinde Fransız ulus devletini tasfiye edecek küreselci Avrupa Anayasası’na, hem Fransız derin devleti hem de Fransız ulusu elbirliği yaparak karşı çıkmışlar ve hayır demişlerdi. Uluslararası küresel sürecin durmasına neden olan bu olay üzerine Siyonist küreselciler ciddî hazırlıklar yapmışlar, tam anlamıyla Siyonist bir düşünceye sahip olan Fransız vatandaşı bir Yahudi’yi Fransa’ya cumhurbaşkanı olarak seçtirmişlerdir. Fransız Devleti bu Siyonist komploya karşı kendini koruyabilmek üzere, sosyalist bir kadın adayı cumhurbaşkanlığına aday göstermiş ama seçimleri devlet ve ulus kaybetmiştir. Sarkozy de Siyonist lobilerin desteği ile gelerek kendisine biçilmiş olan Siyonist rolü oynamaya başlamıştır.
Sarkozy için öncelik Fransız ulusu ve devletinin ulusal yapısını yıkmak, üç yüzyıllık ulusal birikimi tasfiye ederek Fransız ulus devletini tarihe gömmektir. Bu doğrultuda küresel amaç ve hedefleri gündeme getirerek Fransa’yı yirmi birinci yüzyılın başlarında yönlendirmeye çalışmaktadır. Dışişleri eski Bakanı Schuman aracılığı ile İkinci Dünya Savaşı sonrasında AB’ye kilitlenen Fransa, yeni dönemde Avrupa’dan uzaklaştırılarak Akdeniz Birliği’nin öncülüğüne yönlendirilmektedir. Soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin önünü kesmek üzere bir Avrupa birliği gerçekleştirmeye çalışmış olan Fransa, Almanya ile beraber bu bölgesel birliğin öncülüğünü yapmıştır. Ne var ki Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra AB önemini yetirmiş ve Avrupa’nın eski emperyalist ülkeleri gene eskisi gibi ulusal çıkarları doğrultusunda emperyalizme yönelmişlerdir. İngiltere bir Atlantik gücü olarak yeniden sömürgelerine yönelince, Fransa da onu izlemiş ve eski sömürgelerinde küreselleşme döneminde, eskisi gibi bir siyasal yapılanmaya girmiştir. Almanya da gene eskisi gibi doğu politikasına dönerek doğuya açılmış; Balkanlar ve Karadeniz üzerindeki etkisini artırmaya çaba göstermiştir. Bugün artık AB’nin geride kaldığı; İngiltere, Fransa ve Almanya’nın eskisi gibi emperyalist politikalara yeniden dönüldüğü bir dönem gündeme gelmiştir. Küreselleşme döneminde Batı’nın Avrupalı emperyalistleri dünyaya açılırken, Amerika Birleşik Devletleri ile karşı karşıya gelmişlerdir.
Yeni dönemde, Siyonist emperyalizm en koyu Siyonistlerden birisi olan Sarkozy’nin Fransa’nın başına gelmesini sağlamış ve Fransa’yı AB’den çekerek Akdeniz Birliği’ne yönlendirmeye başlamıştır. Bu aşamada Sarkozy açıkça Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkmakta, Türkiye’nin ancak Akdeniz üzerinden AB ile bağlantısı olabileceğini öne sürmektedir. Sarkozy sürekli olarak Akdeniz’i öne çıkarırken, sâdece Türkiye’nin değil, aynı zamanda Kıbrıs’ın da Avrupa ile olan bağlantılarını Akdeniz hattına çekmiştir. Sarkozy’nin sürekli ve inatçı çıkışları üzerine Almanya Başbakanı Merkel, bir açıklama yaparak, Kıbrıs’ın hukuken ve siyasal olarak sorunlu bir ülke olduğunu, bu nedenle AB'ye üye yapılmasının çok yanlış olduğunu vurgulamıştır. Böylece, Türkiye'nin Kıbrıs konusundaki haklılığı bir kez daha AB’nin patronu olan Almanya Başbakanı’nın açık konuşması ile onaylanmıştır. Merkel, Kıbrıs için olumsuz düşüncelerini öne sürerken, bu sorunlu adanın bir çıbanbaşı olarak Türkiye ve Avrupa arasında kaldığını; sorunlarını çözmeden, AB üyeliğine Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin adanın tamamını temsilen alınmasının hata olduğunu vurgulamıştır.
Fransa Cumhurbaşkanı, Türkiye’yi Avrupa’nın dışında tutarken, Almanya Başbakanı da Kıbrıs’ı Avrupa’nın dışında tutmaya dikkat etmiştir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin üye yapılarak Kıbrıs ile ilgili sorunlarda AB içinde diğer üyelerle beraber oy kullanma hakkına sahip olmasının çok büyük bir hata olduğunu gene Almanya Başbakanı konuşması sırasında açıklamıştır. Sarkozy, Fransa’dan çok İsrail’in çıkarlarına ağırlık verdiği için, Fransa politikasını da İsrail’in çıkarları doğrultusuna kaydırmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü üzerine Ortadoğu’ya gelen Yahudiler, İngiliz hegemonyası altında bölgedeki güçlerini artırmışlardır. İkinci Dünya Savaşından yararlanarak devletlerini kurmuşlar ve ABD’nin gücünden yararlanarak Ortadoğu’da güçlerini artırmanın çabası içinde olmuşlardır. Bugün ABD’nin on bin kilometre öteden gelerek Irak ve bölge ülkelerine saldırmasının ana nedeni İsrail’in güvenliği ve dünyanın merkezî bölgesine egemen olma arzusudur. Beş yıllık savaş sonrasında ABD, Ortadoğu’da bitme noktasına gelmiştir. Dünya ülkelerinin baskıları üzerine, Amerika, askerlerini çekmeye hazırlanmaktadır. Bu durumda İsrail’i koruyacak güç kalmamakta, Siyonist çevreler Türk ordusunu Irak’a sokarak ABD sonrasında İsrail’i Türk ordusunun korumasını istemektedirler. Türkiye Cumhuriyeti de bu tür emperyalist oyunlardan çok çektiği için ağırdan alarak Irak'a müdahaleye uzak durmaktadır. İşte tam bu noktada Siyonizm Sarkozy’yi Fransa’nın başına getirerek, İsrail'i Ortadoğu’da yalnızlıktan kurtarmak üzere Akdeniz Birliği önerisini dünyanın gündemine getirmektedir.
Tam bu aşamada Fransa Kıbrıs’tan askerî üs istemiştir. Eski bir İngiliz sömürgesi olan Kıbrıs adasında İngiliz üsleri dururken, bu üsleri ABD ve İsrail kendi çıkarları doğrultusunda kullanırken, Ortadoğu hegemonya mücadelesinde Fransa da yeniden devreye girmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde İngiltere ile beraber Ortadoğu’ya gelen Fransa, bugünkü merkezî bölge haritasını çizerken, Ortadoğu’yu İngiltere ile beraber paylaşmıştır. Ne var ki, daha sonraları kendi dominyonları olan Suriye ve Lübnan’a bağımsızlık vererek geri çekilmiştir. İsrail’i çevreleyen ülkeler arasında yer alan bu iki eski Fransız sömürgesi günümüzde İsrail için ciddî tehdit oluşturmakta İran’ın yardım ve desteği altında eyleme geçen Hizbullah, Lübnan üzerinden İsrail’e saldırırken Siyonizm, Suriye ve Lübnan’ın eski patronu olan Fransa’yı yeniden devreye sokmakta ve böylece Ortadoğu denklemine bir batı gücü olarak Fransa yeniden girmektedir. ABD ve İngiltere’nin bölgedeki ağırlığını yeterli bulmayan İsrail, Fransa’yı tekrar devreye sokarken, bu Batı gücünün Kıbrıs'ta üs kurmasını istemiş ve desteklemiştir. Türkiye’yi eskisi gibi yönlendiremeyen İsrail, yeni aşamada İngiltere ve Amerika’nın yanına bir de Fransa’yı eklemiş ve Siyonist lobilerin desteği ile bu dönemde Sarkozy’yi Fransa’nın başına geçirmiştir.
Batılı güçlerin dünyanın merkezî alanına egemen olabilmesi için geliştirdikleri Büyük Ortadoğu Projesi ile beraber Siyonizm’in meşhur Büyük İsrail Projesi’nin ilerlemediği hatta durduğu yeni bir dönemde Siyonizm’in temsilcisi olan Sarkozy aracılığı ile Fransa, Akdeniz Birliği’ne yönlendirilmektedir. Böylece Akdeniz’e kıyısı olan Avrupa’nın Hıristiyan devletlerinin katılımı ile kurulacak bir Akdeniz Birliği, İsrail’i Ortadoğu’nun Müslüman olan coğrafyasında yalnız kalmaktan kurtaracaktır. Eski Roma İmparatorluğu ya da Osmanlı İmparatorluğu döneminde olduğu gibi dünyanın merkezî iç denizi olan Akdeniz, kendi kıyısındaki ülkelerin bir araya gelmesiyle beraber bir büyük bölgesel birliğin iç denizi konumuna gelecektir. AB’nin Barselona Zirvesi’yle başlatmış olduğu Euromed girişimi ile beraber, İsrail ve Amerika’nın öncülüğünde yıllar önce düzenlenmiş olan Fas’taki Rabat Zirvesi, Akdeniz’in geleceğine yönelik projelerin ele alınarak tartışıldığı platformlar olmuştur. Bu doğrultuda, dünyanın geleceğinde bir AB ya da Büyük Ortadoğu Birliği gibi bölgesel birliktelikler değil, tıpkı eski Roma İmparatorluğu döneminde olduğu gibi bir Akdeniz Birliği yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır. Franga, Siyonist lobilerin desteği ile böylesine bir birlikteliğe soyunurken İsrail’i kendisine baş ortak olarak seçmekte, Türkiye ve Kıbrıs’ı Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler olarak AB’nin dışına çıkarak, Akdeniz Birliği’nin gelecekteki müstakbel üye adayları konumuna getirmektedir. Bu çerçevede Kıbrıs gibi Türkiye de, kendi geleceğini artık Batı’da ya da Avrupa’da değil, ama güneyde ve Akdeniz’de arayacaktır.
Dünya konjonktürünün getirmiş olduğu bu yeni gelişmeye ne Türkiye ne de Kıbrıs hazırdır. Hâlâ eskiden kalma gündem konuları olan AB ve Türkiye ilişkilerinden meydana gelen siyasal sorunlar konuşulmakta ve tartışılmaktadır. Türkiye bitmiş olan AB gerçeğini kabul etmekte zorlanırken, hâlâ eski sorunları çözmek için çaba göstermekte, Kıbrıs ise bütün bir ada devleti olarak Avrupa’nın tam ve eşit üyesi olabilmenin yollarını aramaktadır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi bu doğrultuda hem Türkiye ve KKTC ile kavga etmekte, hem de AB çatısı altında uyumsuz üye rolünü oynamaktadır. Kıbrıs bugünkü hâli ile hem Türkiye hem de AB açısından sorun kaynağı olmaya devam etmektedir. Nereden bakılırsa bakılsın, bugünkü koşullar altında Kıbrıs, Avrupa’nın sorunsuz üyeleri gibi normal bir statüye sahip olamayacaktır.
Yeni dönemde Sarkozy aracılığı ile bir alternatif olarak gündeme getirilen Akdeniz Birliği konusu, hem Türkiye’nin hem de Kıbrıs’ın geleceğini daha fazla etkileyecektir. AB içinde sorunlar çözülemedikçe, taraflar çözülemeyen sorunları bir sonuca bağlayabilmek için Akdeniz Birliği çerçevesinde yeni yaklaşımlar geliştireceklerdir. Kıbrıs, tıpkı Girit, Sicilya, Sardinya, Korsika ve Balear adaları gibi bir Akdeniz adası olarak gelecekte muhtemel bir Akdeniz Birliği içerisinde kendiliğinden yer alacaktır. Diğer Akdeniz adaları ve Akdeniz’e kıyısı olan Akdeniz ülkeleriyle beraber Türkiye ve Kıbrıs, yeni bir tür birlikteliği bu kez AB yerine Akdeniz Birliği çatısı atında denemek zorunda kalabilirler. Bu nedenle her iki ülkenin yönetimlerinin böylesine muhtemel gelişmelere yönelik olarak hazırlıklar yapmasında bölge barışı açısından yarar bulunmaktadır. AB içerisinde çözülemeyen sorunlar, belki Akdeniz Birliği çerçevesinde daha olumlu sonuçlara bağlanabilir. Türkiye Kıbrıs ile olan ilişkilerini Avrupa ülkelerinin müdahalelerinin ötesinde daha olumlu düzeylere çıkarabilir.
Kıbrıs bir Akdeniz adası olduğu kadar Ortadoğu’nun karşı kıyısında yer aldığı için, merkezî coğrafyadaki gelişmelere de açık bir durumdadır. Doğu Akdeniz’in geleceği Ortadoğu ile beraber ele alınırsa o zaman aman Kıbrıs üzerinde Avrupa’dan daha çok Ortadoğu ve Akdeniz’deki gelişmeler etkili olacaktır. Yeni dönemde bu nedenle Kıbrıs sorunu daha hareketli ve çok yönlü bir seyir izleyecektir. Böylesine bir duruma hem Türkiye Cumhuriyeti hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin hazırlıklı olmasında yarar vardır. İstenmeyen gelişmelere hazırlıksız yakalanmamak için, bu doğrultudaki çok yönlü gelişmelere hazırlıklı olmak zorunluluğu Kıbrıs’ta Türk dünyasını zorlamaktadır.